"Bugün baktığımda değişen bir şeyin olmadığını gördüğüm için hoşgörünüze sığınarak yeniden yazmak gereği htim."
Yakın geçmişte 18 Mart Şehitler Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi programı nedeniyle Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’ndeydik. Programın sunuculuğunu âcizane bendeniz yapıyordum. Ana salon tıklım tıklım doluydu. İl protokolü, şehit aileleri, askeri ve mülki erkân tekmil salondaydı. Salonun balkon bölümüne ise öğrenciler yani gençler alınmıştı.
Program başladı, rutin konuşmalar yapıldı. Ardından Devlet Övünç Madalyası takdim edilmek üzere üç şehidimizin yakınlarını ve bir gazimizi sahneye davet ettim. Bir şehidimizin kardeşi (ki şehidimiz öğrencimdi. Beş öğrencisi şehadet mertebesine nail olan bir eğitimci olarak ben de bir şahit babası sayılırım), iki şehidimizin çocukları ve dağ gibi heybetiyle bir gazi…
İki gözünü, sağ elini vatana feda eden gazimizin koluna girerek kendisine eşlik ederken yüreğimin ezim ezim ezildiğini htim. Vakarına vakar katmış asaletiyle sahnede yerini aldı, kürsüye döndüm. Ağabeyinin madalyasını almaya gelen yağız delikanlı ve babalarının madalyalarını alacak olan biri kız biri erkek şehit evlatları gök kubbeyi başıma geçirdi desem yeridir. Asalet, metanet, masumiyet timsaliydi şehit yadigârları. Utandım, eridim, bittim… Benim gözlerim görsün diye gözlerini; ellerim tutsun diye elini vermişti şanlı gazimiz... Ve ben yaşayayım diye can vermişti şehitlerimiz; evlatları, ciğerpareleri yetim kalsa bile…
Belki de sırf utancımdan olacak, ağladım… Onların kanı akmıştı... Benimse sadece gözyaşlarım… Çok mu?
Çanakkale Savaşı’ndan, serdengeçti yiğitlerin destanından kesitler aktardım kendi dilimce. Kimi zaman şiirler, kimi zaman özdeyişler nakşettim bu şeref tablosuna.
“Allah” dedi, “Vatan” dedi, “Bayrak” dedi, “Türklük” dedi türküler; bu aşkla çarptı yürekler, yandı gönüller…
Hasret ve gurur yekvücut oldu şehit analarının sinesinde. Gözyaşları sel olup aktı ama diller düşman çatlatırcasına mertçe haykırdı: “Vatan sağ olsun!”
Sahnede icra edilen program, kendisini programın milli ve manevi dokusuna bırakmış değerli izleyiciler, günün anlam ve önemine yakışır güzellikteydi. Bir tek şey hariç: Balkonda bulunan gençler...
Bu gençler tarihin en şanlı destanını yazan dedelerinin, evlatlarına madalya verilen aziz şehitlerimizin ve dünyası kararırken ahireti aydınlanan gazimizin aksine saygısızlığın, utanmazlığın ve edepsizliğin destanını yazıyorlardı balkonda. Kulak tırmalayan kahkahalı konuşmalar, cep telefonu muhabbetleri ve icra edilen türkülerin ardından ıslıklı, bravolu alkışlar gırla gidiyordu. İtişip kakışmaları saymıyorum bile! 15-17 yaşlarındaydılar... Tıpkı Çanakkale’de can veren 15’liler gibi…
Oysa onlara hitaben ne diyordu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK;
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. (1927)
Şehit, Gazi, Vatan, Bayrak, Devlet bir şey ifade etmiyormuş onlar için; bunu anladık. Kendilerinden 10 yaş küçük bir şehit çocuğu babasının şeref madalyasını alırken, onlar babalarının aldığı cep telefonuna taktıkları kulaklıktan müzik dinliyorlardı.
……. Neyse! Edebimin sınırını zorlamayayım!!!
Lafım herkese değil tabii ama haritada Çanakkale’nin yerini bulamayacak kültür seviyesindeki bir kuşaktan da daha fazlası beklenemezdi sanırım?
Ölüm mutlak olduğu için siperden çıkmadan önce sırf Allah’ın huzuruna abdestsiz varmamak için teyemmüm alan ecdadın ayakta bevleden, milliyet ve maneviyat bilmeyen torunları... Allah sizi tez zamanda ıslah etsin. Aksi takdirde bu millet ve bu memleket sizin umudunuza kalırsa eyvahlar olsun bize.