Bir adam öldürme olayı var, savcı tarafından ifade alınıyor. Sanık, öldürme olayını tek başına gerçekleştirdiğini iddia ediyor ve ifadesini de o tarzda veriyor. Sanığın müdafii de yanında. Sanık, maktulün elini bağladım, arabaya bindirdim diyor. Savcı bey ifadeleri tutanağa aktarır iken sanığın ifadesi bağladık, bindirdik tarzında tutanağa geçiriliyor. Bereket versin, durum her nasılsa fark ediliyor ve müdafii olaya müdahale ediyor, savcı düzeltmeyi yapıyor. ” Yaz kızım, “k” ları “m” yap diyor. Tanıklardan bir ikisi tecavüz olayını anlatıyor, artık olay hakimlikçe belli olmuştur. İfadeler sanık anlatımlarına göre değil de savcı ağzından kibar ve düzenli şekilde aktarılıyor. Ağır Ceza duruşmalarından biri. Tanık durumundaki mağdur bayan anlatıyor “ İsteğim olmadığı halde falanca bana zorla tecavüz etti”. Başkan yaz kızım diyor.” “falan kişi ile ilişkiye girdim.” Tanık biraz uyanıkmış, başkana hitaben. “İlişki değil bana zorla tecavüz etti diyor”. Ve en sonunda gerçek ifade kâğıda aksettiriliyor. Asliye Ceza Mahkemelerinden birinde tanığın ifadesi alınıyor. Tanık; mağdurun sanığa herhangi bir söz söylediğini duymadığını belirtiyor. İfade zapta “mağdur sanığa herhangi bir söz söylemedi” diye geçiyor. Her gün buna benzer binlerce olay oluyor.
Ben ifadelerin bu şekilde kâğıda aktarılmasına yuvarlama ismi veriyorum. Eğer, ifadeler yuvarlanmaz ise işler yetişmez anlayışı mevcuttur. Oysa ifadelerin anlatıldığı gibi tutanağa geçirilmesi suçun ispatı yönünden çok önemlidir. Özellikle tanıklar her olayı farklı şekilde görür ve değerlendirirler. Bu arada, emniyet makamları ve karakolların ifade alma yönünden eskiye nazaran çok daha ileriye gittiklerini de belirtmeden geçemeyeceğim. Benim yazı yazma tekniğim özelden genele gitmek ve bir sonuca varmak şeklindedir. Sonuç çıkmayan, kural ve kanun maddelerini açıklayan ve yeni bir şey üretmeyen yazıları ben ikinci planda tutuyorum.
Bu durumda ve bu şartlar altında gerek Mahkemelerin, gerekse Yargıtay’ın olaya tam anlamı ile vakıf olabilmesi mümkün görülmemektedir. Öyle ise bugünkü sistemde devam edilmesi ve yeniliklere direnmek yanlışlıkların devam etmesine yeşil ışık yakmak demektir.
1993 yılına kadar ifadeler müdafiisiz olarak alınıyordu. Karakollarda sanık ve emniyet mensupları başbaşa idi. Bu tarz ifade alınması yaygın olarak işkence ve ifadenin zorla imzalatıldığı iddiasını da gündeme getiriyor, bu durum yargı mensuplarını da güç durumda bırakıyor, gerçek ifadenin ne olabileceği tartışmalara sebep oluyordu.
1992 yılının sonunda Ceza Muhakemeleri Usulü kanununda yapılan bir değişiklik ile sanığın avukat yardımından istifade etmesi ve avukatın ifadede hazır bulunması maddeleri getirildi. Böylece daha önceki işleyişe yeni bir açılım sağlanmış oldu. Bu uygulama ifade almanın gerçeğe yaklaşması ve işkencenin önlenmesi konusunda bayağı etkili oldu ama yeterli olamadı. Şu anda ülkemizde sanıkların ancak belli bir kısmı müdafiin yardımından faydalanabilmektedir.
Gerek kollukta, gerek savcılıkta gerekse de mahkemelerde müdafiin ifade alınmasında hazır bulunması her şeyi tek başına çözemedi. Bunda, zamanın azlığı, alınan ifadelerin bazan duyulamayacak derecede kâğıda yansıtılması etkili oldu. İfade alanın kendi yorumunu ifadelere eklemesi, başka kelimeler kullanması, yuvarlaması, duygularını katması, atlaması ve kısaltması her zaman için mümkündür. Sanık veya müdafii işin farkında olsalar bile ortam ve durum itibarı ile her zaman ifadeye müdahale etmeyebilirler. İtiraz etseler bile tepki ile karşılaşabilirler. Sanık, alınan ifadelerin ne şekilde kaleme alındığını, hangi hususların atlandığını içinde bulunduğu psikolojik durum itibarı ile fark edecek durumda değildir. Tutanağın sanık tarafından imzalanması bile tam anlamı ile bir güvence teşkil etmemektedir . Müdafii bile, imzaladığı tutanağa nelerin geçtiğini atlayabilir.
İfade tutanaklarının teyp veya video kayıtlarına alınması ile sorun çözülebilir, sanığın ifadesinden dönmesi engellenebilir, karakolda doğru söyler mahkemede şaşarlara yer verilmez. Yasa koyucumuz da işin farkındadır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi kanununa iki önemli madde eklenmiştir. Bunlardan birincisi “ifade ve sorgu işlemlerinin kaydında teknik imkânlardan yararlanılır” şeklindeki 147/ h maddesi, diğeri de tanıkların dinlenmesi başlığını taşıyan “tanıkların dinlenmesi sırasında görüntü veya sesler kayda alınabilir.” Şeklindeki
52/3 ve “duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin tanıklığında bu kayıt zorunludur” şeklindeki 52/4 maddesidir.
Vahit Bıçak bir yazısında; kolluğun ifade alma işleminin teybe kaydedilmesi nin 1950 li yıllarda İngiltere’de Williams tarafından ortaya atıldığını ve 1988 yılında teyp kaydının yasal zorunluluk haline geldiğini, bununla da yetinilmeyerek video kayıt sistemine geçilmesi için uygulamalara başlandığını açıklamıştır.
Ankara Barosunun, bazı duruşma salonlarına avukatların tutulan tutanakları okuyacak şekilde bir düzenek yerleştirmesi de tarafımdan olumlu karşılanmıştır. Bazı duruşma salonlarına mikrofon ve kayıt sistemleri yerleştirilmesine rağmen halen bunlar bir süs olmaktan öteye gidememektedir. Zamanımızda kayıt sistemi kurmak ve organize etmek çok pahalı olmasa gerek.
Adalet Bakanlığının yukarıda belirttiğimiz yasal maddelere yeni hükümler de ekleyerek zorunlu olarak kayıt sistemine geçilmesini sağlayacak düzenlemeleri yapması ve uygulamayı zorunlu hale getirmesi gerekmektedir.