Aktı Zaman

Su yaşamdır, biraz zamandır, biraz derttir, tasadır. Çokça ağıttır Fırat yatağında.

Ağırlığınca ölümdür. Her damlasında nice hayatlar, her dalgasında nice avazlar vardır.

Akar gider umarsızca keskin kayaları yontarak. Bazen çağlar bir uçurumda… Bazen yolcusu olur bulutların, dökülür çisil çisil yollara, ovalara… Kimi zaman can olur kuru toprağa, fidanlara, umutlara…

Sığmaz ele avuca, beklemez seni, beni, hiçbir özneyi ve nesneyi. Zamanın aynadaki yüzüdür.

Her yerde edinir kendine bir yuva. Çokça göz çukurlarında, bazen buğulu pınarlarda…

Sığmaz, taşkınlık yapar sancılı havzasında.

“SU” tek hecedir. Tek ve sonsuz bir hece, uzunca bir soluk…

Yorgun düşmüş yaralı kayıklara dingin bir yataktır, gökyüzüne bir aynadır kırık yansımalarıyla.

Bir ezgidir efsunlu anılara. Usul usul akar, zamana yetişmek ister. Vedaların uğurlayanıdır.

Bir duadır yerküreyi tavaf eden.

Aktığı her topraktan, uğradığı her kapıdan bir sır alır, katar bağrına yoğurdukça yoğurur.

Bütün keder onda saklıdır, kilit ondadır. Belki böyle çağlaması, hüznünü haykırması kederinin ağırlığındandır, biriken hüzün tortularının kucağına sığmayışındandır.

Akar, aktıkça sır damlalarını bırakır ardında, yeşerir o damlalar bir kardelen koynunda.

O çağlar sen duymazsın, o akar sen tutamazsın. Türküsünü yanık yanık söyler de sen yine peşrevini anlamazsın.

Bilmezsin çoğu zaman sana verilen sırrı, görmezsin hayatın sancılı akışını. Oysa haykırır sana çağlayan.

“SU”DUR…

Bir kar tanesine gizlenmiş kristal sırdır…

Bir balıkçı ağından damlayan birkaç kaçıştır…

Deniz fenerinin aşikâr kıldığı sarı-siyah fısıltıdır…

Limanda demirleyen yelkenliye hafif salıntıdır…

Bazen de zifirinin cesur yoldaşıdır…

Zerredir, nehirdir, çağlayandır, deryadır… Ez-cümle “HAYAT”TIR.

Sarmışken cismimizi bu denli hummalı, ruhumuzdaki bu kuraklık peki nedendir?