Kızılbaş kavramı etrafında inançsal ve toplumsal bilincin oluşması
Akkoyunlu hükümdarı dayısı Uzun Hasan’ın sarayında Sünni bir çevrede yetişen Haydar’ın (ö. 1488) babası Şeyh Cüneyd’in dini ve tasavvufi anlayışını nasıl edindiği, inançsal eğitimini kimden aldığı bilinmezliğini koruyanlar arasında.
Erdebil Tekkesi’nin başına yirmili yaşlarda geçen Haydar, ilk olarak babasını ihbar eden ve onun tekkede kovulmasını sağlayan amcası Şeyh Cafer’i Erdebil’den kovdu. Bu suskunluğunu koruyan Erdebil Tekkesi müritlerinin yeniden hareketlenmesine yol açtı. Erdebil Tekkesi’nin başına Şeyh Cüneyd’in oğlunun geçtiğini duyan Türkmenler ona bağlılığını bildirip akın akın tekrar Erdebil’e gelmeye başladılar. Türkmenler için yeni mehdi artık Şeyh Haydar’dı.
Şeyh Haydar babasının bıraktığı yerden tekkenin siyasallaşma sürecini kaldığı yerden devr aldı ve devam ettirdi. Kendisine katılan müritlerine silahlanmayı öğütleyip daima savaşa hazır olmalarını emretti. Müritlerine on iki dilimli “Tâc-ı haydarî” adı verilen kızıl başlık giymelerini salık verdi. (Daftary, 2016) Bu on iki dilimin her biri Hz.Ali soyundan gelen 12 İmamların birine karşılık geliyordu ve kendi soyu da İmam Musa Kazım’a çıkıyordu. Şeyh Haydar’a göre bu başlığı rüyasına giren Hz. Ali istemişti. Müritleri bunu ilahi bir işaret olarak algıladı. Aynı başlığı Hz. Ali Sıffîn Savaşında Muaviye’ye karşı savaşırken askerlerine giydirmişti, yine Hayber Kalesi’nin fethinde Hz. Ali başına kırmızı sarık sarmıştı. (TDV, 2022) Bu ve benzeri anlatılarla Şeyh Haydar taraftarları Taç-ı haydari’ye kutsiyet atfettiler. Devletleşme sürecinde önemli bir ayrıntı olan siyasi simge 12 İmamlardan güç alarak ortaya çıkmıştı. Bu Ehlibeyt merkezli Kızılbaşlıktı.
Şeyh Haydar iyi bir örgütleyiciydi halifelerini her yana özellikle Türkmen gruplar arasına gönderdi. “Halifeler Türkiye’de muhtelif yerlerde yaşayan Kızılbaş zümrelerinin başında bulunan temsilcilerdi. Bunlar menşe bakımından yine o zümrelere mensup, yani Anadolulu kimselerdi. Halifeler bir müddet Erdebil’de bulunup tarikatın usul ve erkanını öğrenirler ve aldıkları talimatla memleketlerine dönerlerdi.” (Sümer, Safevi Devleti ve Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, 1976) Bu halifeler Türkmen toplulukların lideri konumunda olan kişiler olduklarında Anadolu’ya tekrar dönüp faaliyet yürüttüklerinde halk arasında büyük kabul görüyorlardı. Eğitimli halifeler Erdebil Tekkesine mürit kazandırmanın dışında, Anadolu’da Haydari, Kalanderi, Babai, Bektaşi ve benzerleri içindeki faaliyetleriyle bu topluluklar arsındaki inançsal farklılıkları gideriyor, adeta homojen bir yapıya doğru yönlendiriyorlardı. Halifelerin faaliyetleri bir yandan Anadolu’da Kızılbaş Alevi topluluğu oluştururken diğer yandan Erdebil’e gönderdikleri müritlerden Şeyh Haydar’ın “Kızılbaş Ordusu’nu” oluşturdular. Artık her tarafta Erdebil Tekkesi’ne bağlı müritlere Kızılbaş denmeye başlandı.
Şeyh Haydar, babası Cüneyd gibi Şirvanşahlar üzerine yürüdü. Haydar’ın önünden kaçan Şirvanşah Ferruh Yesar, Akkoyunlular’dan yardım istedi. Akkoyunlular’ın başında bulunan Sultan Yakup, Şeyh Haydar’ın siyasi gayesinden rahatsızdı, bunu da fırsat bilip üzerine ordu gönderdi, yapılan savaşta Şeyh Haydar öldürüldü. (Bey, 1264) Cesedi Tabersaran’a gömüldü (Mehmed Âtıf, 1601) ve kesik başı Tebriz’e getirildi. (Ruzbihan, 2003)
Erdebil Tekkesi’nin Siyasallaşmasında Türkmen etkisi
Türkmen topluluklarını inançsal anlamda etkileyen Erdebil Tekkesi, bu karşılıklı ilişki içinde kendisinin hiç etkilenmediğini söylemek pek de doğru olmasa gerek. Heterodoks topluluklar içerisine giren Erdebil Tekkesi halifeleri o grupları homojen bir yapıya doğru yönlendirirken kendileri de Türkmenler’den büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Bu konuda Faruk Sümer şunları söyler, "Anadolulu Kızılbaş Türkler olmasa, değil Safevi Devleti’nin kuruluşu, Erdebil Şeyhleri’nin siyasi gayeler taşıması bile düşünülemezdi. Hatta kaynaklardan açıkça anlaşıldığı gibi, onlar yani Anadolu Türkleri veya onların bir kısmı aşırı dini inançlarını Şeyh ve Şahlarına kabul ettirmeye çalışmışlardır." (Sümer, Safevi Devleti ve Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, 1976).
Birden fazla devletin yönetimi altında bulunan Türkmenler, bulundukları ülkelerin gerek yönetim biçimiyle gerekse inançlarındaki farklılık nedeniyle hoşnut olmadıklarını zaman zaman isyanlara kalkışarak sert biçimde göstermekten de çekinmedikleri tarihi bir gerçektir.
Yaşadıkları coğrafyada bulunan yönetimlerden hoşnut olmayan Türkmenler ancak Ali soyundan gelen bir Mürşid-i Kamil’in yönettiği devlette daha adil ve yaşanır olabileceği düşüncesine sahip olduklarını kalkıştıkları isyanların politiğinde rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Öte yandan Şah İsmail’in devletleşme sürecine yedi Kızılbaş reisle yola çıkarak başlaması, (Kumi, 1971) henüz çocuk yaşta olan şeyhin onların etkisinde olmadığını söylemek pekte doğru olmasa gerek. Şeyh Gilan’dan ayrılırken yanında Kızılbaş reislerden; Talışlı Hulefe Bey, Şamlu Abdi Bey, Lala Hüseyin Bey, Karamanlu Rüstem Bey, Karamanlu Bayram Bey, Hınıslu Aykutoğlu İlyas Bey, Kaçar Kara Piri Bey gibi isimler vardı ve bu reisler Safevi Devleti’nin kuruluş sürecini başlatan Kızılbaşlar’dır. Yedi kişiden oluşan Kızılbaş reisler şeyhlerinin önderliğinde Alisoylu devletin kuruluşunun ilk ateşleyicileri olmuş ve onu etkilemişlerdir.
Erdebil Tekkesi halifeleri Türkmen topluluklar üzerinde inanç merkezli bir etki oluştururken, bu toplulukların reisleri de tekkenin siyasallaşması yönünde baskı ve etki oluşturmuşlar bunu hayata geçirmek içinde Mürşid-i Kamil Alisoylu önderlerinin öncülüğünde devletleşme sürecini başlatmışlardır. (YAZININ DEVAMI YARIN..)