Bana en sık sorulan sorulardan biri," Hocam Atatürkçülük nedir; Kemalizm Atatürkçülükten farklı mıdır?" şeklindedir. Kanımca doğru ve bütüncül düşündüğümüz zaman aralarında bir fark yoktur. Yani Kemalizm= Atatürkçülüktür.
Kısa ve öz olarak; " Özgür aklın ve çağdaş bilimin verilerini doğru şekilde, devlet ve halk yararına kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Ulusunu sürekli olarak demokratikleştirme ve çağdaşlaştırma rotasında yükseltme hedefinden hiç sapmadan yürüme ülküsüne Atatürkçülük denir."
Büyük bilim insanı, fizik profesörü, Rahmetli Erdal İnönüye İnönü'ye demiştim ki " Hocam doğru ve bilimsel fikirler ölmez, gericilik er geç yok yok olmak zorunda değil mi?" O da bana,
" Halil Hocam unutma, yanlış, cahil bıraktıran, gerici çağdışı fikirler de ölmüyor; her devirde yeni şekil ve kılıflara bürünerek tekrar ve tekrar ortaya çıkıyorlar." Çok doğru, eğer çağdışı fikirler mezara gömülebilseydi gerici karşı devrim hareketleri olmazdı...
Çok değerli uzman ve çağdaş tarihçimiz Sayın Sinan Meydan, 8 Kasım 2021 tarihli Sözcü Gazetesinde yayınlanan "Yaşayan Atatürk" konulu makalesinde, " Atatürk yaşamıyor olsa, birilerince hergün yeniden öldürülmek istenir miydi hiç?" diye yazmıştı. Bu cümledeki yaşamaktan kasıt Atatürk'ün evrensel ve bilimsel fikirleri kurmuş olduğu Cumhuriyet ve çağdaş eserleridir.
Doğal olarak, Atarkün'ün bedeni de herkes gibi ölümlüdür.
Aslında Atatürk karşıtlarının hedefinde O'nun akıl ve bilim temelli cehaleti yok edici ve toplumu çağdaşlaştırıcı fikirleri ve kurmuş olduğu demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyetin halkın hizmetine sunduğu ekonomik ve kültürel eserler ve kurumlardır.
Peki bu bir asırlık Atatürk, Cumhuriyet ve devrim karşıtlığı nereden, hangi sosyo- kültürel ve ekonomik nedenlerden kaynaklanmış olabilir? Kişilerden bağımsız olarak, bazen kine, nefrete ve hatta düşmanlık sınırına varan bu Atatatürk karşıtlığının tarihsel- sosyolojik nedeni ya da nedenleri neler olabilir?
Bu sorunun cevabını bulabilmek için Osmanlı Devleti'nin klasik ( Yüselme ve duraklama dönemleri) dönemdeki toplumsal örgütlenme modelini iyi anlama ve bu modelden Cumhuriyete aktarılamayan îlmiye sınıfının kurumsal yapısına bakmak gerekir.
Eğer sultan ve halk hesaba katılmazsa Osmanlı Devlet yapısının üç ana sınıftan oluştuğu görülür.
1- Kalemiye Sınıfı. Osmanlı bürokrasini yürüten sınıftır. Sadrazamlar dahil, çoğunlukla devşirilmiş Hristiyan asıllı görevlilerden oluşur.
2-Seyfiye Sınıfı. Yani ordu örgütü. Seyf kılıç, seyfiye de kılıç ehli yani ordu demektir. Yeniçeriler, sipahiler( atlı askerler) ve denizcilerden oluşan bir ordu vardır.
3- İlmiye Sınıfı. Başta, önce kazasker, sonra şeyhülislam olmak üzere tüm din uleması bu sınıfa mensuptur. Kadılar, müftüler, müderrisler, imamlar, mollalar, şeyhler, tarikat ve cemaat yöneticileri...hep ilmiye sınıfına aittir.
İlmiye sınıfının üç ana görevi:
A Fetva makamıdır. Padişah bile bazen şeyhülislamın fetvasına muhtaçtır.
B- Yargı makamıdır. Osmanlı şer-i yargısı kadılar eliyle yürütülür.
C- Eğitim makamıdır. Başta medreseler olmak üzere ülke ve halk eğimi ilmiye sınıfına aittir.
Peki Cumhuriyet kurulunca ne oldu? çok kestirmeden giderek şu sosyolojik sonuca ulaşabiliriz.
Kalemiye Sınıfı Cumhuriyet bürokrasisine dönüştü. Seyfiye sınıfı Cumhuriyet Ordusu oldu. İlmiye sınıfının ise devletle, merkezi yönetimle bağı koptu.
A- Saltanat ve Halifelik kaldırıldı. Devlet laikleşti.Fetva makamına gerek kalmadı.
B- Yargı sivilleşti ve laikleşti. Şer'i hukuk kaldırıldı. Kadılık kalktı. Yargı dinden ve devletten bağımsızlaştı. Anayasal düzen geldi.
C- Eğitim ve öğretim hem laikleşti ve hem de öğretim birliği tekeli geldi. Din odaklı eğitim yerini akıl ve bilim odaklı eğitim sistemine bıraktı. Medreseler yerini üniversitelere bıraktı.
Kıssadan hisse:
İlmiye ya da din uleması sınıfı mensupları Cumhuriyetle birlikte, ayrıcalıklarını, makamlarını ve kazançlarını kaybettiler.
Sonuç:
İstisnalar hariç, din uleması geçinenlerin, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlıkları dini değil, sınıfsaldır. Maddi temellidir. Ancak bu maddi temel özellikle cahil bırakılmış halkı kandırmak için dinle temellendirilmektedir.
Atatürk diyorki " Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz."
Son tespit, eğer siyaseti dine ya da dini siyasete katarsanız hem din ve hem de siyaset bozulur. Günümüzdeki halkın bilinç düzeyi yeterince yükselmiştir. Artık toplum Atasına kuvvetle sahip çıkıyor. Gereğini yapmak, yani akla ve bilime daha sıkı sarılmak koşuluyla kötümser olmaya gerek yoktur.