BAYRAM, O BAYRAM OLA...

“Nerede o eski bayramlar” cümlesi, nedense bende hep “Nerede o eski insanlar” sorusunu çağrıştırdığı için midir bilmem; mürekkep çekip kaleme, sitem yazmak istedim.

Yanlışa kızmanın nefisten başladığını hatırlatmak dilerken kimseyi yermek değildir muradım; haddimi bildiğimi bilin istedim.
İnsan işte...
Hatalarından ötürü bağışlanma diler Yücelerin Yücesi(cc)’nden de insanı bağışlamak zûl gelir mağrur benliğine. Üstelik bunu marifet addedercesine rahat bir halet-i ruhiyeyle... Tam da “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” misali.
Hipermetropluğun dik âlâsı değil midir bu? Başkasının hatasını görmede kartal gözlü olanlar kendilerinde neden kusur göremezler? Her bedene “cuk” diye kusur oturtanlar, neden kendi bedenlerine libas-ı şahane dikerler?
Kaç kapı çalacağımız veya kapımızın kaç kez çalınacağı değil de tatlımız, çikolatamız, şekerlememiz, ikramlarımız, kıyafetlerimiz, mümkünse tatilimiz, hatta zevatı ekabirden kimlerle fotoğraf çektirme fırsatı bulabileceğimiz doldurur olmuş düşüncelerimizi.
Hâliyle, yaşadığımız birkaç günlük ballı börekli, "aman efendim, aman efendim bayramınız mübarek olsun" kılıklı riyakâr söylemlerin manevi atmosferin önüne geçtiği sürecin adına “bayram” demiş olmaktan öteye de gidememişiz.
Eş dostla, hısım akrabayla hemhâl olunmayan bayramlarda, çocuklara sıla-i rahime dair nasıl bir manevi ve ananevî miras bırakılacağını doğrusu çok merak ediyorum.
Devlete ve Millete zerre-i miskal katma değeri olmayan kişilerin, kurumsal bayramlaşma programlarında arz-ı endam etme çabaları ile çocuklarına hangi ahlaki erdemleri emanet edeceğini, evladına hangi şahsiyetle örnek olacağını kendime sormadan edemiyorum.
Sevgiyi, saygıyı sadece teorik olarak öğrenmeye zorlanan çocukların, geniş aile efradı arasında görmediği bu değerleri algılama ve uygulama problemleri yaşamasının sebeplerini farklı etkenlerde arayanlara acımak mı, gülmek mi gerekir siz takdir buyurun.
Ekmediğimiz buğdayın başağını çocuklarımıza hasat ettirmeye çalışıyoruz vesselam...
Bizden görmediğini nasıl yaşayacak ve yaşatacak ki çocuklar?
Yani hırs, nefret, enaniyet, yalakalık, kişilik kirliliği ve kibirle kararmış bir kalp ile tertemiz bir bayram yaşayacağız ha? Geçiniz efendim...
Gereklerini ifa etmedikten sonra bayram neyimize gerek? Daha doğrusu biz bayramın nesine gereğiz?
Hülasa,
Küresel salgın nedeniyle kısıtlı olarak ifa edeceğimiz ikinci dini bayram, ilk Kurban Bayramı... Ne olur bayramlık giysilerden önce Şahsiyet, Maneviyat giysilerimizi giyelim. İşte ondan sonra imkânlar çerçevesinde birbirimize bir şekilde ulaşmaya çalışalım.
Bari bu süreç sevdiklerimizin, sevenlerimizin kıymetini bilmemize vesile olsun. Belki bir sonraki bayramda olmayacağız; olmayacaklar...
Hiç hatırlamadığımız yahut inat, haset ve hırslarımız nedeniyle umursamadığımız ölüm her an sıramızın geldiğini söyleyebilir.
Çobanın niyeti varsa tekeden süt sağar, demiş atalarımız.
Gelin bu bayramda kavurma, şeker ve tatlı yerine sevgimizi, vefamızı, gönlümüzü, affımızı ikram edelim sevdiklerimize. Çünkü hiçbir tatlı bu ikramlardan daha lezzetli, daha kıymetli değildir ve asla olmayacaktır.
Bayramınız şimdiden “Bayram Ola”;
Allah'a, Vatan'a, Bayrağa, Devlet'e "İsmail" olabilenlerin Bayramı Kutlu Ola!..