Cennet Meyvesi

Malatya’nın rengi, Malatya ikliminin, suyunun, güneşinin hediyesi, Malatya ekonomisinin can suyu, bel kemiği ve markası, Malatya Ovası’ndan dünyaya yayılan lezzet, Malatya’nın kadim topraklarına bahşedilen ilâhî bir nimet…

Adına şenlikler, festivaller, bayramlar düzenlenen; vakıflar, dernekler kurulan ve kitaplar yazılan kayısı, Malatyalılar için ne ifade eder? Malatyalıların “mişmiş” dediği kayısı ilk defa Malatya’ya nasıl gelmiş hiç düşündünüz mü? Bu konuda değişik efsaneler anlatılır, rivayetler dile getirilir. İşte yöre insanları tarafından dilden dile çokça aktarılan ve doğruluğuna hemfikir olunan efsane:

Yıllar yılı öncesiydi. Malatya’da bir kış günü… Yaşlı insanlara sorsan, “Böyle kış görmedik,” diyecekleri kar, tufan, boran… Bembeyaz kar öyle kaplamış ki Malatya’yı, nereye baksan gözün alabildiğince kar. İnsan kanını dondurucu bir soğuk… Akşam karanlığı Malatya’nın üzerine çökmüş olmasına karşın ay ışığı ve kar beyazı ortalığı hafifçe aydınlatıyor. Rüzgârın uğultusuyla tipinin birbirine karıştığı bu gecede yolcunun biri, dağları ovaları aşar, gele gele Malatya’nın tepelerinde alır soluğu.

Çoktandır yollardadır. Yürümeye dermanı kalmamıştır, vücudu buz tutmuştur. Bir an evvel kendisine sığınacak bir yer bulması gerekir. Malatya’nın girişinde ilk ışığı yanan hanenin kapısını çalar. Ev sahibi kapıyı acınca karşısında kardan adama benzeyen birini görür. Yolcu,

“Tanrı misafiri kabul eder misiniz?” diye sorar. Ev sahibi misafiri içeri alır. Az sonra odanın ortasına bir yer sofrası hazırlanmıştır. Köşedeki gürül gürül yanan ocağın verdiği sıcaklık ise odanın en ücra köşesine kadar sinmiştir. Ev sahibi, yolcunun üzerini değiştirmesine fırsat verir, giymesi için kendi giysilerinden getirir. Yolcu ıslanan elbiselerini değiştirip biraz ısınır. Ev sahibi misafirin kim olduğunu anlamaya çalışınca yolcu: “Horasan’dan çıktım yola, Malatya’da verdim mola…

Pirim Yesevî dergâhından gelirim. Öğrendiklerimizi, bildiklerimizi Anadolu insanına da duyurmak, onlara rehberlik etmek niyetindeyiz. Niyetimiz amelimize dönüşür inşallah!” diyerek kendisini tanıtır.

Sofradan kalkıp ocağın yamacına otururlar. Yolcu heybesinden bir avuç çekirdek çıkarıp ev sahibine uzatır, “Biz buna cennet meyvesi deriz. Bu taneleri diktiğinizde büyüyen ağaçlar, rengi altın sarısı öyle bir meyveverecek ki sanacaksınız bal, şeker… Size bereket olacak, yörenizin çehresi değişecek ve halkın geçimini sağlayacak. Bahar yüzünü gösterdiğinde bağınıza bahçenize bu tohumları dikeceksiniz. Gayrı bereketi Allah’tan… Hele bir bereketini görün adını da siz koyarsınız,” der. Ev sahibi tohumları alıp duvardaki küçük bölmeye koyar, “Yoldan geldin çok yorgunsun. Hanım yatağını yan odaya serdi. İstirahate çekil istersen,” der. Yolcu kendisine gösterilen yatağa uzanarak derin bir uykuya dalar.

Ev sahibi sabah erken misafirin kaldığı odanın kapısını tıklatır. Ses gelmeyince kapıyı yeniden tıklatır. Cevap alamayınca kapıyı açıp odaya girer. Yerdeki yatak sanki hiç bozulmamış gibidir. Eşine, “Misafir odasında yok!” diye seslenir. Karı koca evin etrafına biraz daha bakınırlar, misafirden eser yoktur. Yalnız avlunun kapısına giden yerde, karlar üzerinde ayak izleri bulurlar. Yaşlı pir karanlıklardan çıkıp gelerek sabahın alaca karanlığında sırra kavuşmuştur.

Mevsim kıştan çıkar, bahara dönüp bütün mahlûkat tekrar canlanınca ev sahibi kendisine emanet verilen çekirdeklerden komşularına da dağıtır ve yaşadığı o geceyi anlatır. Herkes gelen bu yolcunun kerametli bir zat olduğuna, Allah tarafından Malatya’ya özellikle gönderildiğine inanır. Her biri ayrı ayrı yerlere, bağlarına bahçelerine bu çekirdekten dikerler. Sulayıp özel bir gayret gösterirler.

Daha senesi dolmadan küçük fidanlar yeşermeye başlamıştır. Gübreleyip ayrık otlarından arındırırlar. Sonucu merakla beklerler. Birkaç sene geçer, fidanlar büyür, koca koca ağaç olur. Yaprakları arasında bu zamana kadar köylülerin ilk defa gördükleri yeşil küçük meyveler vardır. Erik deseler erik değil, armut deseler armut değil. Yapacak tek şey vardır, o da sabretmek ve olgunlaşmalarını beklemek. Yaz sıcağı da ağaçların üzerine vurunca meyveler iyice sararır ve olgunlaşır. Nihayet altın sarısı bir meyve yetişir. Meyveyi tadanlar çok lezzetli olduğunu fark ederler. Bu meyve kısa zamanda Malatya’da tanınır. Her tarafa dikilir, hızla çoğalır; Malatya için bereket ve zenginlik kaynağı olur. Yıllar yılları kovalar. Zaman akıp gider. Adına önce “mişmiş” sonra da “kayısı” denen meyve Malatyalılar için geçim kaynağı olur. Ülkemizin hatta dünyanın her yanına yayılır. Malatya’nın adı “Kayısı Diyarı Malatya” olarak anılmaya başlar.