Dedemin Dilinden Ermeniler

Kars’ta çocukluğumuz Ermeni hadiselerini birinci ağızlardan dinleyerek geçti. Bizler acılara tanıklık etmişlerin torunlarıyız. 3684 rakımlı Kısır Dağı’nın eteğinde bulunan köyümüzde bizler Ermeni meselesi ve diğer yaşanmışlıklarla ilgili daha değişik hikâyeler de dinledik. Ermenilerin o dönemde Müslümanlara yaptıkları zulmü bizatihi yaşayanların kendi ağızlarından öğrendik. Babamın ölümünden sonra (altı yaşındayken) hep dedemin yanında olurdum, dinlerdim köydeki yerel tarihimizin kaynağı olan yaşlıları. Ermeni komiteleri Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Anadolu’nun hemen her şehrinde büyük katliamlar gerçekleştirmişlerdi. Van, Bitlis, Muş, Erzincan, Erzurum, Kars, Bayburt, Iğdır, Trabzon, Sivas bu şehirler arasındadır.

Bu vilayetlerde yaşayan Müslüman halkın gördüğü mezalimi tasvir etmek bile gerçekten çok güçtür. Ermeni çetecilerinin Kars ve çevresinde Müslüman ahaliye yönelik katliamları 1915- 1920 yılları boyunca sürmüştür. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde 1914 yılından itibaren yoğunlaşan Ermeni tedhiş hareketleri Rus ordusunun Doğu Anadolu Bölgesi’nde gerçekleştirdiği işgallerine paralel olarak şiddetini artırmıştır. Ermeniler, sadece Sarıkamış – Arpaçay arasında 5226, Kars ve çevresinde ise 400’ün üzerinde Türk köyünde silahsız 40.000 erkek, kadın ve çocuğu cami, merek (samanlık), ahır gibi yerlere doldurarak ateşe vermişlerdir.

Kapı ve pencerelerden kaçmak isteyenleri ise balta, kılıç, süngülerle ve hatta makineli tüfek ateşiyle vahşi bir şekilde katletmişlerdir. Muhafazakâr bir Anadolu köyü olan Kurugöl tarih boyunca birçok doğal affete tanıklık ettiği gibi Osmanlı’nın son döneminde Ermenilerin yaşatmış olduğu drama ve zulme de canla, kanla tanıklık etmiştir. Ve son olarak 1990’lı yıllarda bebek katili PKK ve FETÖ terör örgütlerinin işbirliği ile başlayan göç dalgası sonrası 300 haneli köyde ancak 10-15 hane kadar ev kalabilmiştir. Çocukluğumun geçtiği köy, içe kapanık ve coğrafi açıdan izoledir. Dönemin fukaralığından dolayı köyden herhangi bir yere gitmemiz neredeyse imkansızdı. Sekiz ay kar, tipi ve boranın hüküm sürdüğü vahşi bir tabiatı ve dağlar vardı sadece iç dünyamızda. Babam ben 6 yaşında iken bir inşaatta düşerek hayatını kaybetmişti. Ve babam ebedi hayatta göç ettiğinde 40 yaşındaydı. Dedem o günden sonra ömrünün sonuna kadar bize hem dedelik hem babalık yapmıştı. Dedem bölgenin ileri gelenlerinden ve sözü dinlenen biri idi.

Ömrü hep acılarla geçmişti. Çok iyi hatırlıyorum; bize Ermenilerin yaptığı katliam ve vahşet hikâyelerini anlatır sonra gözleri dolar ağlardı. O’nun ağlaması bir yana öyle bir korkuturdu ki bizleri, Ermeni’yi bir canavar gibi hayal eder yorganın altına girip uyur kalırdık. Bu hadiselerden olsa gerek çocukluğumuzun o döneminde annem akşam geç saatlerde dışarıda oyun oynuyor isek bizi korkutmak için “Oğlum çabuk içeri gir, Ermeniler Geliyor…!” diye başlayan cümlenin devamını getirmeden kendimizi eve atardık. Bu ifadelerle başlayan her cümle bizi korkutmuştu. Oysa yaşadığımız vahşi coğrafyada ne yılan çıyandan, ne kurttan ayıdan, ne kardan tipiden korkmazdık.

Kar, tipi, boran ile ahbap olmuşken Ermeni kelimesi geçen her cümleden korkar olmamızın acı dolu birçok nedeni vardı malum. En önemli nedenlerden biri köyümüzü basan Ermeni çetelerin önce köyü talan edip sonra dedemin kendisinden birkaç yaş büyük amcası Kasımoğlu Fetih’in kaçırılması hadisesiydi. Şirali dedem ile Fetih dedemiz aynı evde büyüdükleri için aralarında kardeşlikten de öte büyük bir bağ kurulmuş olmalı ki dedem bir asırdan fazla ömür sürdü ve hemen her gün göz yaşı dökerdi Fetih dedemiz için.

Devam edecek…