DİN TİCARETİ TARİKAT VE CEMAATLER

Ne diyor İslam dininin peygamberi Hz. Muhammed(S.A.S):“Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kitabıdır. Rehberliğin en güzeli, Muhammed’in rehberliğidir.” Kitap Kur’an, rehber Peygamber ise nereden çıktı bu tarikat ve cemaatler? Nereden çıktı bu şıhlar, şeyhler, gavslar? Hemen söyleyeyim, din ticaretinden; çünkü din tacirliği kolay, zahmetsiz ve de sermayesiz bir meslektir. Dinin manevi otoritesini kullanarak maddi kazanç, güç, şöhret, makam elde etmek kolay ve en kestirme yoldur. İslam’ın özü olan Kur’an’da ve onu şahsında yaşayan Peygamber’in söz ve davranışlarında böylesi kurum, mevki, makam yoktur! Yoktur; ama günümüzde tarikat ve cemaatler olanca güçleri, şiddet ve ağırlıklarıyla yalnızca ülkemizi değil bütün İslam âlemini ahtapotun kolları gibi sarıp kuşatmışlardır.

İslam, tevhid dinidir. Ayrımın, ayrımcılığın, ötekileştirmenin İslam’da yeri yoktur. İslam, akla, ilme kapılarını ardına kadar açar. İslam; cehaletle, şirkle ve hurafeyle savaşır. İslam, “iki günü bir olan zarardadır”, düsturu doğrultusunda; çalışmayı, helâl kazanmayı emreder. İslam, tembelliği, miskinliği, başkalarının sırtından geçinmeyi, ahlaksızlığı ve asalaklığı asla kabul etmez.

Peki, İslam dinin ticaretini yapan sözüm ona şıh, şeyh, gavs gibi din istismarcıları ne yaparlar? İnanan saf ve temiz insanların dini duygularını çıkar ve çıkınları için kullanırlar. Rüyalarıyla, gaipten haber vermeleriyle, hurafe, bidat ve sözde kerametleriyle şifa dağıtmaya çalışırlar. Arap kültürünü din olarak sunmaya çalışan bu sahtekârlar, samimi ancak okuma özürlü olanların bu eksikliklerinden yararlanarak ölüm, ahret korkusu, şiddet ve çaresizlik pompalayarak onları manen ve madden sömürürler. Peki, bu asalaklar, çalışıp da bir şeyler üretirler mi? Ne gerek var! İslam’ı kendi merkezlerinde şekillendirerek tahrif ederler. Bu nasipsizler, İslam’a ve gerçekten İslam adına samimiyetle hizmet üretenlere de en büyük düşmanlığı yaparlar. Siyasi nüfuz elde etmek için örgütlenen İslam istismarcılarının güçlendiği zaman neler yapabileceğini Türkiye Cumhuriyeti, FETÖ gerçeğini en acı bir biçimde yaşayarak öğrendi. Ülkemizi geleceğini omuzlayıp ileriye taşıyacak olan beyinleri tutsak ederek Türkiye’mizin 30 yılını nasıl çaldığına hep birlikte şahit olduk. Bir onlar suçlu değil elbette. İnanç istismarcılarına imkân tanıyan, onların palazlanmalarına göz yumanlar da en az bu din haramileri kadar suçlu ve vebal altındadırlar.

Selçuklular ve Osmanlı İmparatorluğunun duraklama dönemine kadar olan zaman dilimindeki Müslüman Türklerin oluşturdukları tasavvuf tarikatları ve tasavvuf dervişleri ile çağdaş(!) istismarcıları karıştırmamak gerekir. Tasavvuf ehli dervişlerin şöhret, makam, mevki hele de para hırsları yoktu. Hayatlarını Anadolu ve Balkanların İslamlaşmasına adayan Yesevi kuşağını, Yunus’u, Mevlana’yı, Hacı Bektaşi Veli’yi, Sarı Saltuk’u, Hacı Bayram Veli’yi; gerçek anlamda canı ve malı ile İslam’a hizmet edenleri bu din bezirgânı istismarcılarla bir tutmak, cehalet batağına kazık çakmaktır.

1800’lü yıllardan sonra İslam’dan, tasavvuftan, irfandan, izandan uzaklaşarak bağnazlaşan; zaman öldürücü, tembellik yuvası haline dönüşen tarikat evleri tekke ve zaviyelerin Osmanlı devletinin zayıflamasında ve yıkılmasındaki payı büyüktür. Bu gerçeği gören, kendisi de bir Osmanlı Paşası olan Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz",diyerek tekke ve zaviyeleri kapatmasının temelinde de bu gerçek yatmaktadır.

Görülen o ki zaman öldürücü tembellik ve bağnazlık yuvaları, günümüz Türkiye’sinde de alabildiğine çoğalmıştır. İslam dinini yoran, yıpratan, kirleten; cehaleti örgütleyerek yönlendiren tarikat ve cemaatlerin ayıklanmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Devlete düşen görev, bu konuyu partiler üstü bir gözle değerlendirmek; İslam’a hizmet üreten vakıf ve dernekleri hariç tutarak, merdiven altı çalışan, denetlenmeyen kanun dışılar için gerekli önlemleri almak ve tavizsiz uygulamaktır.

Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’na, İslami İlimler programı uygulayan fakültelere, Cumhuriyet Savcılarına ve elbette hükümete büyük görev düşmektedir. İnsanların dini duygularını sömürerek; şöhret, makam, mevki, güç ve para kazanmayı kendilerine meslek edinen bu asalakların, İslam dinine verdiği zararın farkına –bütün olanlara rağmen- varılamıyorsa varılmak istenmiyorsa vay bu ülkenin bekasına!

İmanda ölçünün Kuran, rehberin sünnet olması dileğiyle...