DİYARBEKİR VE SEVDAMIZ UNTULMASIN İSTİYORUZ! .. (1)

Bu söyleşideki kastımız bu kadim kentin bugünü değil dün'üdür, şimdiye kadar anlattıklarımız ve bundan sonra anlatacaklarımız da zaten dün'dür, bazen yaşadığınız hayatta bir şeyler olsun istersiniz, olması içinde gayret gösterirsiniz, o şey eğer sizin gayretinizle vücut bulacaksa bunun için daha çok gayret gösterirsiniz, fakat sizin gücünüzün dışında ise o zaman isteğinizi elinde imkan olanlar duysun için "sebep"lere baş vurursunuz.

Yeri gelir isteğinizi sözle dile getirirsiniz, yeri gelir yazarsınız, yeri gelir "dua" edersiniz, çünkü çok istiyorsunuz o şeyin olmasını, üstelik bu isteğiniz size "has" değil, şöyle bir söz vardır "kamu yararı" ve siz bu niyetle yola çıkarak "önemli" gördüğünüz bu isteğinizin hemen olmasa da yakın zaman içinde gerçekleşmesini beklersiniz, zira ömür kısa, istek büyük ve önemlidir.

Diyarbekir'li şair "Cahit Sıtkı Tarancı"nın "otuzbeş yaş" şiirindeki "geç anladım taşın sert olduğunu"mısraını her zaman kullanırım, har vurup harman savurduğum "günah" yüklü gençliğimi göz önüne getirdiğimde hatırlarım bu mısraı, içinde doğup büyüdüğüm Diyarbekir şehrini ve onun özellikle "sur içini" konu edindiğim zamanlarda da bu mısraı hatırları.

Şunu demek isterim bu mısraı hatırlamakla bu kadim kenti, bu 33 medeniyeti bağrında yaşatmış şehri, bu gül şehrini, bu sevgi şehrini şimdiye kadar niye anlamadık, niye anlatmadık, haydi biz "geç anladık taşın sert olduğunu" ya bizden öncekiler niye "ketum" davrandılar, niye sahiplenmediler, niye çekip gittiler buralardan, niye, niye, niye?..

Biz "taşın sert olduğunu" anladığımız andan itibaren deyim yerinde ise "feryat"lara başladık, hemen her yerde ve hemen her zamanda "sesimizi duyun" istedik, gazetelerde "köşe"lerden seslendik, radyolarda "mikrofon"lardan duyurmak istedik sesimizi, yazdıklarımızı, söylediklerimizi topladık "bibi'nin Diyarbekir feryadı" diyerek "kitap"lar oluştururken yukarıda sözünü ettiğimiz o "sebepler"i kullandık, gün oldu umutlandık, gün oldu yeise kapıldık, gün oldu göz yaşlarımız pınar oldu ve fakat o isteğimiz yüreğimizdeki yerini hep korudu, şimdi sorulacaktır acaba neydi o isteğimiz?

İsteğimiz Diyarbekir'di, "sur içi" idi isteğimiz, buradaki tarih, kültür kaybolmasındı isteğimiz, yıkılan, yok olan geri gelmez, bari elde kalanları korunsun, geçmişten bize "miras" kalan bu kadim şehri kendilerine teslim edeceğimiz gelecek nesillere bırakırken minnetle ve hayırla yad edilmekti isteğimiz.

Şunu gördük yetmişini çoktan aşmış ömrümüzün içinde, nasıl insanlar alınlarına yazılanı görmedikçe ölmüyorlar, şehirlerde aynen insanlar gibi kendilerini bekleyen akıbetlerinin ne olduğunu bilemediklerinden yıkılmamak, yakılmamak için "korunmak" istiyor, sahiplenilmek istiyorlar, insanın kendi kendini koruması bir yere kadar mümkün olabiliyor, fakat şehirlerin varlıklarını sürdürebilmek için, tarih ve kültürlerinin yaşatılması gerekiyor ki bizim yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız isteğimiz budur.