Vedalar, sonlar, ayrılıklar… Hepsi eylülde mi? Peki başlangıçlar nerede? Başlangıçlar firari mi?
Ruhun dört mevsiminden on iki paresi eylüle demirli. Sever ruh; hazanı, geçkin sarıyı, marazı… Öyle büyütür kendini öyle ulaştırır sesini hazan rüzgârlarına…
Herkesin bir eylülü var, yapraklarını bir türlü dökemediği. Kiminin eylülü sınır başlarında, bitmeyen nöbetlerin yelkovan tıkırtısında, hasret kokan namlu ucunda. Kiminin eylülü bir istasyonda, kırık özlemlerin paslı raylarında. Belki bir trenin ayrılık dumanında ya da dönüşü olmayan bir bilet kuyruğunda… Kimininki bir hastane koridorunda, insanı çıldırtan ilaç kokularında. Belki bir yoğun bakım kapısında, bir neşterin sessiz umudunda. Kiminin eylülü mezarlıklarda, hasret kokan topraklarda, belli belirsiz mezar taşı yazılarında, avucundaki veda duasında…
Var herkesin bir eylülü, bir sancısı, bir avazı... İçinde bir türlü yeşertemediği filizleri. Dünyanın da var bir eylülü “insanlığı” uğurladığı savaş yolculuklarında. Merhamet yitirmiş yeşilini, haki siyah, boz bulanık şimdi harman yeri. Zulüm denizlerinde ağlara takılmış birkaç umut ve yosunlarla bütünleşmiş birkaç ferda can çekişir. Bir limanda demirlemiş adalet, dengesini yitirmiş insanlık terazisi. Eksik geliyor terazinin merhamet kefesi. Sevgi, hoşgörü ve tebessüm artık birkaç ses alfabede.
Gül bahçelerinin demirbaş kaktüsleri… Mutlak hâkimiyeti, itaati, yok etmeyi hak görüyor kendine, aynı toprakta yeşerdiğini bilmezcesine. Özgürlüğün de bir eylülü var; Nil kıyılarındaki setlerde, bomba seslerinde, paletlilerin izlerinde ve balçıklaşmış zeminde. Eylüldür, renk değiştirir acısına göre. Kimininki portakal çiçeği, kimininki zeytuni.
Herkesin bir eylülü var, dokuyamadığı kilim tezgâhlarında, çözemediği ilmeklerde. Hoşgörünün, tebessümün, merhametin de bir eylülü var metruk suretlerde. Yine gelir mi eylül? Su değirmenidir hazan, kendi döngüsünde sıraya girer, döner döner de yine imamesinde durur.