Gönlümdeki duyguları da beynimdeki düşünceleri de özgürce salıveririm âleme… Onlar, kafeslerinden yeni salınmış ak güvercinlerdir. Gidecekleri yeri ve yönü şaşırmadan dosdoğru konacakları dala yönelir ve aktığı yatağı yadırgamayan ırmaklar gibi akarlar.
Tertemiz, berrak, pınarın gözünden çıkıp hava ile temasını henüz gerçekleştiren su damlacıkları misali buluşur muhataplarıyla… Uzun kış gecelerinde bulutlar gönlümün yıldızlarına yorgan olur üşümesinler diye. Ama ben üşürüm. Gökteki hilali kundaktaki bebek gibi kem gözlerden sakınırcasına sarıp sarmalar bulutlar. Ama bana nazar değer; kıvranır, büzülürüm acılar içinde. Parlak gece mavisi vurunca gözlerime; kamaşır ve sulanır gözlerim. Garipliğim ve yalnızlığım görülmesin diye usulca silerim ellerimle. Uzaklara doğru bağırır, haykırırım içimin derinliklerindeki isyanları. Ama ben bile duyamam feryadımı. Onlar hep derinlerde sessizce çağıldar.
Benim yalnızlığa mahkûmluğum, sevdaya tutulduğum andır. Yalnızlığın en zevkli yanı bu değil midir zaten dostum? Bakmayın öyle yalnızlıktan şikâyetime. Mutluluğumu kimse fark etmesin, nazar olup göz değmesin diye öyle davranır, dert yanarım. “Hoyrat eller değmesin diye dikenler içindeki gül misali.” Kimsesiz, garip, elim koynumda bir köşede bekliyorsam bilin ki bu bekleyiş Kerem’in Aslı’yı, Ferhat’ın Şirin’i beklediği gibi sadece yalnızlığım içindir. Ama vefasız yâr misali her gece çalmaz kapımı yalnızlık. Beni uyandırmaktan korkarcasına parmak uçlarına basarak geçip gider yanımdan.
Ben beklerim hasret dolu umutla. Hiç ummadığım bir anda silkeler beni bütün gücüyle. Gecenin bir vakti uykuda yakalayan deprem gibi ürkütür, korkutur. Kalp atışlarım hızlanır, yanaklarımı allık, tüm vücudumu derin bir haz kaplar. Sarmaş dolaş olurum yalnızlığımla. Gitme ey mutluluk gitme! Ne olur kalabalıklara atma beni!