İnsanlık tarihinin her devrinde ve her ülkesinde, bireysel, ailevi, toplumsal ve yönetsel alanlarda ortaya çıkan her türlü inançsal, ırksal, bedensel, siyasal, yönetsel, sosyal, kültürel... ve ekonomik ayrımcılıklar, ötekileştirmeler, haksızlıklar, zulümler ve şiddetlere karşı, insanlar ve halkların ortaklaşa yaşamlarını kesintisiz barış ve esenlik içinde sürdürebilmek için bütün insanlık aleminin ortak sağduyuları ve ortak vicdanlarından doğup, zaman ve mekândan bağımsız olarak, evrensel kabul ile perçinlenen düşünceler, ve bu düşüncelerden türeyen güzel davranışlara evrensel ahlak ve adalet denir.
Evrensel ahlak ve adalet, semavi büyük dinlerin de ana- ortak özellikleridir.
Çağımızdaki ırk, dil, din, cinsiyet, inanç, mülkiyet, siyasi düşünce... farkı gözetilmeksin herkesin yaşama hakkına, din ve vicdan özgürlüğüne ve temel insan haklarına sahip olması evrensel ahlak ve adalet düşüncesinden türetilmiştir.
Uzak Doğu ve Orta Doğu'da tarih sahnesine çıkan bütün kutsal inançlar, büyük dinler ve hatta önemli düşünür ve filozofların temel ortak amaçları, insanları ve toplumları kesintisiz olarak, esenlik, barış, kardeşlik, adalet ve sevgi içinde yaşatmak olagelmiştir.
Din ve dinlerden türetilen kutsalların kötüye kullanılması, genellikle devletlerin, ruhpan ya da ulema sınıfı ile işbirliği yaparak, dini bir ahlak ve adalet aracı olmaktan koparıp devlet katında resmî bir din ya da inanç tekeli oluşturarak dinler ve dince kutsallardan siyasi iktidar ve güç devşirme olgusudur. Ayrıca dinler ve inançlar üzerinde resmi din tekeli kurmuş olan devletlerin, kendi siyasi güçlerini koruyabilmek için de dinler ya da inançları bir disiplin kırbacı ya da kılıcına dönüştürdükleri de görülmektedir.
Dinleri siyasi iktidarların isteklerine göre tahrif ederek yorumlamak istemeyen ruhpan- ulema sınıfındaki bazı yüksek erdemli ( örneğin İmamı Azam- Ebu Hanife gibi) din adamları ise devlet katından kovulma, zûlme uğrama ve hatta ölüme mahkum edilmişlerdir.Tarih bunların örnekleri ile doludur.
Kısacası dinler ve dinden türetilen kutsallar güzel ahlak ve evrensel adaletin zamanla, giderek ilahi egemenlik alanından koparılıp krallar, şahlar, hanlar ve sultanlarla ruhpan-ulema sınıfının ortak egemenlik alanını koruma aracına dönüşmüştür.
Siyasi iktidarın dışındaki bazı iki yüzlü kişilerin sahte dindar görüntüsü altında, dilbazlık yaparak mevki makam, itibar ve çıkar devşirdikleri de işin bir başka yönüdür.
Peki çözüm nedir?
Çözüm; devletlerin ve devletlerle çıkar işbirliği yapan, çoğu iki yüzlü, ruhpan ya da ulema sınıfının resmi din tekeline son vermektir. Din konusunu, hukuk, eğitim, yönetim, ekonomi, sağlık, sanat....her alanda devletten ayırmaktır. Başka bir deyimle de devletin laikleşmesi, sivilleşmesi , demokrasileşmesi, çağdaş ve evrensel ve bir laik hukuk anlayışını benimsemesidir. Irklara, dinlere, mezheplere, cemaatlere...dayalı, farklılıkları dışlayıcı ve tekelci bir siyasi yönetim anlayışından birlikte,.ortak ideallere, hukukun üstünlüğüne, yasalar karşısında eşitliğe, ortak çıkarlar ara , ortak yaşama sevinci ve işbirliğine dayalı çoğulcu bir yönetim anlayışına terfi etmektir.
Son tahlilde, Ulu Önderimiz M. K. Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti Devletine kurarken yapmak istediği tam da budur.
Feodal, dogmatik ve teokratik orta çağ özlemlerine dayalı siyasi projelerin yaşayabilme ve toplumu refah, barış ve mutluluk içinde yaşatma şansı hiç yoktur ve zaten hiç olmamalıdır.