Gülelim ki Güzelleşsin Dünyamız

Ne zaman selam ve hoşbeşten sonra hemen yakınmayı adet haline getiren bir insanla karşılaşsam Maasmechelen Snt Barbara dil kursunda Flamancadan Türkçeye tercüme ettiğim bir kısa gelir aklıma.

Adamın biri: “Benim derdim herkesin derdinden fazla artık kaldıramıyorum, kurtar beni bu dertlerden” der; her gün Allah’a yakarırmış. Bu yakarış yıllarca devam etmiş. Yine böyle bir yakarış anında gökten elinde siyah bir çuval taşıyan bir melek gelivermiş. “Ey dertlerinden sürekli şikâyet eden fani! Haydi, bakalım seni dertlerinden kurtaracağım, topla bütün dertlerini şu getirdiğim çuvala doldur”, demiş. Adamın canına minnet, dertlerinden kurtulacak ya! Hemen oracıkta toplamış bütün dertlerini meleğin getirdiği siyah çuvala doldurmuş. Melek: “Sırtla bakayım dertlerini”, demiş ve adamın elimden tuttuğu gibi göğün bir katına yükselmişler. Adam bir de bakmış ki binlerce siyah çuval sıra sıra duruyor. Melek adama dönmüş: “Ey insanoğlu işte bu gördüklerin hemcinslerinin dert çuvallarıdır. Git, seç en hafif olanını. Seçtiğin çuvalla birlikte seni tekrar yeryüzüne götüreceğim.”, demiş. Adam sırtında taşıdığı çuvalı bırakıp hemencecik dalıvermiş çuvalların arasına. Birini kaldırıp öbürünü indirmiş. Hangisine el atsa kendi çuvalından daha ağır gelmiş kendisine. En sonunda kan ter içinde bir çuval bulmuş.”Ha işte en sonunda aradığımı buldum”, demiş. Melek: “O bulduğun kendi getirdiğin çuval” deyince adam: “Aman!”, demiş meleğe. Meğer kendi dertlerini doldurduğu çuval herkesinkinden daha hafifmiş.

Şimdi bana neden anlattın bu kıssayı diye soracaksınız. Bakın bir çevrenize bedbinlik ve karamsarlık öylesine sarmış ki insanımızı; kime sorsanız sanki dünyanın en dertli insanı kendisiymiş gibi anlatır da anlatır. “Bir dokun bin ah işit” demiş ya şair; sabır olacak, yürek olacak ki dinleyesiniz böylelerini. Ziya Paşanın meşhur Terkib-i Bendi’nde: “Bi- baht olanın bağına bir katresi düşmez /Baran yerine dürü güher yağsa semadan” ifadesi ile anlatılan kişinin kendisi olduğuna kendisini öylesine inandırmıştır ki ona göre dünyanın en bahtsız, en şanssız kişisi kendisidir.

Karamsarlık ruhları öylesine sarmış ki bakılan her şeyde mutlaka eksiklik, kendince olumsuzluk arar olmuş insanlarımız. Oysa üzülmek, olumsuzluklara bakarak hayata küsmek insana hiçbir şey kazandırmaz. Hayata gülümseyemeyen bir insanın hayattan gülümseme beklemesi elbetteki mümkün değildir. Ne demiş yüce gönüllü Mevlana: “Nasıl bakarsan öyle görürsün.”

Neden günümüz insanının büyük bir kısmı böylesine bedbin ve karamsardır? Sorunun muhatabı elbette sosyologlar, psikologlar ve diğer toplum bilimcilerdir. Ancak ben, olaya biraz da insanın yaradılışından gelen doyumsuzlukla sonradan kazanacağı ahlaki terbiye ile asgariye indirileceğine inandığım şükürsüzlüğün birbirini besleyerek büyütmesinde buluyorum.

Elbette ki herkesin kendince dert edindiği konular vardır. Bu açıdan bakınca adeta dertsiz insan yok gibidir. Ancak, her şeyin mükemmel olduğu; gak deyince su, guk deyince yiyecek elde edilen bir dünya monotonluğunun da insan ruhunu sıktığı; her şeye sahip olan insanların yine de mutlu olamadıklarını yaşanmış yüzlerce kötü sonla ortaya koymak mümkündür. Pek çok insan, mücadele ederek ve birtakım sıkıntılara katlandıktan sonra elde edilen başarının insanı mutlu ettiğini tecrübeleriyle bilir.

Üzüntünün, gamın, kederin meseleleri çözmediği gerçeğinden hareketle kendimizi olaylara veya durumlara tamamen teslim edelim, olaylar bizi istediği gibi yönetsin demiyorum. Meseleler ne denli büyük ve ürkütücü boyutta olurlarsa olsunlar üzerlerine azim ve kararlılıkla yürüyelim.

Olaylara, durumlara yaklaşırken hayatın bir oyunu diyelim; gülerek yaklaşalım. Bu bizim başarı şansımızı yükselteceği gibi mutluluk kapılarını da aralayacaktır.

Asık suratların yerini gülümseme; bedbin yüreklerin yerini yaşama sevinci dolu yürekler alınca inanıyorum ki dünyamız çok daha güzelleşecektir.