4 Temmuz günü Hacı Bektaş ‘da toplanan bir grup, “Alevi Yol ve Erkan” başlığıyla bir deklarasyon yayınladı.
Basında çokta yer almayan bu deklarasyonHacı Bektaş Veli Vakfı Başkanı Veliyettin Hürrem Ulusoy tarafından “Pirincin içindeki beyaz taşlar” cümlesiyle başlayan ağır eleştiri ile karşılık buldu. Gerçi sayın Ulusoy son bir ay içinde Alevi cephesinde gelişen üç duruma ile ilgili haklı eleştirilerde bulunuyordu.
Bunlardan ilki Ramazan bayramı ile ilgili “Bayram Cemi” yapılsın yönünde çağrı, ikincisi Madımak Oteli önünde düzenlenen 2 Temmuz yıldönümünde Osman Baydemir’in otel önüne bıraktığı güllerden birini Şeyh Said adına bırakması, bir diğeri ise “Hacıbektaş Deklarasyonu” olarak ifade edilen deklarasyondu.
Bu üç noktaya yönelik Sayın Ulusoy’un eleştirisine katılmamak mümkün değil. Bu üç eleştiriye katılmakla birlikte; iki eleştirel noktayı başka bir yazının konusu yapmak üzere deklarasyonla, ilgili birkaç cümlede biz edelim dedik.
Girizgâh bölümünde, deklarasyonu hazırlayanlar üç yıllık bir çalışmanın sonuç ürünü olarak bu açıklamayı yaptıklarını ifade ediyorlar. Yine bu bölümün sonunda canlara sunuyoruz cümlesiyle kendilerini sorumlu htikleri, açıklamalara geçiyorlar. Ama açıklamayla, bir görüş belirtmeden uzak direktifler içeren, zorunluluk ifade eden cümlelerle üsten bakan bir bakış açısı sergileyerek Aleviliğe, yeni bir şekil vermeye çalışıyorlar. Tüm dertleri ise Aleviliği İslam dışı göstermek.
Asimilasyona karşı sesiz kalmama şiarıyla yola çıktıklarını açıklayan bu zatlar, yapmaya çalıştıkları dayatmalarla yeni asimilasyonlara kapı aralamakla kalmıyor, kapıyı sonuna kadar açıyorlar. Alevilerden terk etmesini istedikleri değerler, Aleviliği bugüne kadar ayakta tutan, asimilasyona karşı adeta bir zırh görevi gören Ehlibeyt inancı. Tüm bildirge bunun üzerine kurgulanmış. Alevi-Kızılbaş-Bektaşi üçlemesiyle ifade ettikleri Anadolu alevi olgusu, bu üç değeri oluşturan temel gücün Ehlibeyt aşkı olduğu göz ardı edilerek (ki bilinçli yapılıyor)Alevilik başka bir şeye evirilmeye çalışılıyor. Bunu yaparken de kadim dönemlerden beri gelen diye bir kavram kullanıyorlar. Geçmiş dönemde kalan kültürel kalıntıların her toplumda görüldüğü gerçeğini göz ardı ederek, Aleviler de yoğun şekilde görülen geçmiş dönem kültür kalıntılarını esas alarak, çözümleme yapmaya çalışıyorlar ki yanılgıları da burada başlıyor.
Kültürü oluşturan değerler zamana ve mekana bağlı olarak değişim göstererek yeni bir duruma evrilirler. Evrilirken de eski dönemin kalıntılarını/kırıntılarını bünyelerinde taşırlar. Kültür geçmişteki değerler üzerinden yeniden kendini güncellerken geleceğe doğruda yol alır. Güncel zamana ve etkiye göre geçmiş değerler terk edilir. Bu döneme dair alışkanlıkların ve ritüellerin devam etmesi gayet doğaldır. Bu durum Alevilere özgü bir durum değildir. Tüm kültürlerde bu görülür.
İnsanlık semavi dinlerle tanışmadan önceki dönem inançsız değildi, birçok inanç yeryüzünde yer alıyordu. İnsanlar şu veya bu şekilde yaratıcıya tapınıyorlardı. Araştırmalar ilk insandan bu yana inancın var olduğunu gösteriyor. Bunun en güzel örneklerinden biri Urfa Göbekli tepede yer alan tapınak kalıntılarıdır.
Kültürü oluşturan değerlerden biri olan inançlarda ilk dönemden bu yana değişim göstererek, çok tanrılı anlayıştan tek tanrılı ilahi anlayışa doğru yol almışlar, bugün Semavi dinler diye ifade ettiğimiz son peygamber Hz Muhammet’in tebliğ ettiği İslamiyet ve kitabı Kuranıkerim ile bugünkü duruma gelmişlerdir. İnsanlık pagan inanıştan bu gün hakim olan inanca doğru bir evrimsel gelişme gösterirken eski dönem inanç kalıntılarını taşıması gayet doğaldır. Bu kalıntıları yeni edindiği inanç içinde eritirken bazen de yeni inancına uyarlayarak sürdürürler. Bu durum eskiyi ifade etmez.
Alevilerde diğer insanlar gibi geçmiş dönem kültürel kalıntıları aileden veya toplumdan alarak bir sonraki nesle taşırlar. Bu durum Alevilere özgü bir durum değildir. Geçmiş kültürel kalıntılar alınarak Aleviliği tanımlamaya kalkmak Aleviliği asimilasyonla karşı karşıya bırakmaktır.
Unutulmamalıdır ki teke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte dağılan ocak sistemi ve zorda kalan dedelik kurumu Alevilerin, inançsal istemlerine cevap verememiş olmasına karşın, Canlar YA HIZIR, YA ALİ diyerek yolu her türlü asimilasyona karşı korumuşlardır.
Deklarasyon “Alevilik din değil inançtır, yaşam biçimidir.” Cümlesiyle başlıyor. Cümle bu haliyle bir doğruyu ifade etmekle birlikte, tüm metin okunduğunda cümlede ifade edilmek istenen şeyin, Aleviliğin dinler üstü bir olgu olduğu, buna özgü bir inanç ve yaşam tarzı olduğu ifade edilmek istendiği görülmekte.
Geçmişten günümüze inançsal süreç izlendiğinde Aleviliğin hiçbir zaman ayrı bir din iddiası olmamıştır. Hiçbir dede veya pir diye ifade ettiğimiz ulumuzun ağzından böyle bir iddia çıkmadığı gibi, “Alevilik İslam’ın özüdür” sözü dedelerin ağzında düşürmedikleri bir kavramdır. Öz nedir? Öz İmam Ali’nin yoludur. Alevileri bugüne kadar var eden, asimile edilmesinin önüne geçen Ali yolu, aşkı ve sevgisidir. Öyle ki; Hacı Bektaş Dergâhı post-nişini Hamdullah Çelebi idamla yargılandığı mahkemede bile yolu inkar etmemiş ünlü savunmasında “kadı hazretleri, Elhamdülillah Müslümanım, ehl-i islam, Cemaat-ı Ali Resul mezhebimdir” (Hamdullah Çelebi Savunması. İsmail Özmen, Yunus Koçak. Ankara 2008 s:93)sözleri ile mahkemeye karşı savunmasını vermiş. Dini ve mezhebini açık seçik ortaya koymuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait bir dörtlükte pir;
…..
Gökte uçan Cebrail'dir peridir
Bir gül vardır Muhammed'in tenidir
Pir kapısı Şah-ı Merdan Ali'dir
Elvan elvan nurlar yanar ol burca
…….
Sözleriyle yolun; Merdan Ali’nin yolu olduğunu ifade ederek, Hz Ali merkezli bir inancı taşıdığını ifade etmektedir.
Yunus Emre ise;
Ali ile Hasan Hüseyin anda,
Sevgisi gönülde, muhabbeti canda.
Yarın mahşer gününde, ulu divanda
Ya Muhammed canım arzular seni.
Arafat dağıdır bizim dağımız
Anda kabul olur bizim duamız
Medine'de yatar Peygamberimiz
Ya Muhammed canım arzular seni.
……
Sözleriyle Ehlibeyt’in muhabbetini canda yaptığını ifade eden Yunus, peygamberinin de Hz Muhammet olduğunu ifade eder.
Bektaşilerin boyunlarında taşıdıkları Teslim Taşı[1]; “ Teslim taşının iç yüzü yani batını Hz. Ali’yi, dışa bakan yüzü ise zahiri yani Hz. Muhammed’i temsil eder. Teslim taşı Bektaşi dervişlerinin taşıdığı bir eşyadır; 12 köşesi 12 İmama denk düşer. Yüzünü Allah’a dönmüşlerin taşı olarak tarif ederler. (http://www.deyisler-nefesler.com)”
Yukarda alıntıladığımız örneklerde göstermektedir ki Alevi uluları pirleri, inancı tanımlarken bir kafa karışıklığına sahip olmadıkları gibi en olumsuz koşul ve şartta dahi Müslüman olduklarını, kendilerine Hz. Ali ve Ehlibeyt yolunu, yol eylediklerini ifade etmektedirler.
Alevilerin dinleri ve inançları uluların ağzından bu sözlerle ifade bulmuşken; bu açıklamaları görmezden gelerek (bu yönde verilecek örneklerin çokluğu bu yazının sınırlarını kat be kat aşar) geçmişte kalan kültürel kalıntılarla veya ilk çağ felsefi görüşler üzerinden zorlamalarla çıkarımlarda bulunmak pek akıl karı olamazsa gerek.
Yapılan bir diğer sosyolojik yanlış ise; Aleviliği yaşam tarzı üzerinde tanımlamak. Alevi inancına aykırı yapılan bu tanımlama inanca aykırı seçkinci bir tanımlamadır. Yeryüzünde yaşayan toplulukların büyük bir bölümünün yaşam tarzı Alevilerin yaşam tarzıyla örtüşür veya benzeşir. Çevremizde farklı inanç ve mezhepteki insanların yaşam tarzı ile Alevilerin yaşam tarzı arasında ciddi bir fark göremezsiniz. Seküler anlayışa sahip bir çok aile ve topluluğun yaşam tarzı ile Alevilerin yaşam tarzı aynıdır.
Alevilik bir kültürdür, yaşam tarzıdır şeklinde yapılan her türlü yaklaşım eksik ve yanlış bir tanımlamadır.İnsanlar, sınıfsal; işçi-işveren, dini; Hıristiyan-Müslüman, mezhepsel; Alevi- Sünni, gibi toplumsal gruplardan oluşmuştur. Bunların kendilerine özgü inançları, toplumsallıkları ve bunların oluşturduğu kültürel farklılıklar, bulundukları gruplara özgü gelişim göstermiştir. Alevi inancı da İslam’ın Hz. Muhammet’ten sonra halifelik kurumunu üzerinden değil İmamet üzerinden yürümesi gerektiğini savunan ekolun Anadolu’ya özgü geliştirilen yorumundur. Bu yönüyle Bâtınidir, Zahire sırdır. Daha çok Kuran’ın batini yorumu üzerinde durulmuş, geleneksel ibadetterkedilmiştir. İbadet olarak namaz yerine, tarikat namazı diye de ifade edilebilecek cem ayini gerçekleştirilmiştir. Bu özellik Anadolu’daki olumsuz gelişen koşullarda göz önüne alındığında ana akımın tam tersi bir toplumsallık oluşturmuş. Yine bu durum kültürü etkilemiş, kültürel farklılığı da beraberinde getirmiştir. Kültürde oluşan bu farklılık inancın kaynağı açısından bir problem oluşturmadığı gibi sadece gruplar arası problemlere yol açmaktadır. Anadolu Aleviliğinin inançsal boyutta beslendiği kaynak Hz.Ali ve Ehlibeyt inancıdır. Buyruk adlı kitaplarla bu anlayış korunarak günümüze kadar taşınmıştır. Alevilik cem töreni ile kendi toplumsallığını oluşturmuş, bu toplumsallık da ana anlayışın dışında kültürel gelişme göstermiştir. Bu kültürel farklılaşmaya bakarak Aleviliği, İslam dışı göstermeye çalışan grupların varlığı öz itibariyle Alevilerle Ehlibeyt arasındaki bağı kopartarak asimilasyonun önünü açmaktır. (devam edecek)
[1] Bektaşi dergahına teslimiyet manasına gelen, dervişlerin boyunda çıkarmadıkları taş.