Hayatın Anlamı/ Anlamsızlığı Üzerine

Eski güzel şeylerden değil,

Yeni kötü şeylerden başlamak gerekir. /Walter Benjamin

Hayat acıları eksiltmez, acılara katlanmayı öğretir. Acılar ise hayatımızın kıyısına çarpan dalgaların bizlerdeki izleridir. Biraz türkü, biraz ses, biraz aşk, biraz pişmanlık, biraz özgürlük, biraz çocukluk, biraz inat, biraz kayboluş, biraz kaçıştır…

Düşlerinin peşinde koşanlar, hayata yeni anlam şemsiyeleri açmak isteyenler, aşkı hayata /hayatı aşka bulaştıranlar, hep ayın kavşakta karşılaşırlar. Sevgi, yaşama sevinci, dostluk, arkadaşlık, sıcakkanlılık, bu yolun müdavim kavramları. Kavram atlaslarına sığınırken, aslında kendimizi kavramlarla çarpıp, güzel olanlarla kendimizi toplar, kötü olanlarla çıkartırız…

Hep kaldığımız sahiller hem yalnızlıktır da…/ Başkalarının pasaportları bizim ellerimizdedir…

Biz ise, kendimizi gölgelerimize çekeriz ve sesimizi bir bahar gibi saçarız gökyüzüne. Yıldızları ceplerimizde çıkartır asarız gökyüzüne, kuşlar bizim omuzlarımızdan uçuverir, ezgilerin çobanı oluruz her caddede, her sokakta…

Ne yazık ki kırılma safhalarımız da vardır; umudu öteleyen bakışlarımız da…

Gözlerimizde karşıladığımız her buruk sevinç, yüreğimize bir nehir olarak döner… Ölüm ise, hepimizi sarsar… Çünkü her ölüm manzarasında kendimizi görürüz ve aslında kendimize ağlarız…

Gezegenimiz, acıya döner kimi zaman. Mevsimlerin hepsi sonbahar oluverir… Ezgiler daha çok ayrılık ve bir parça ağıt belki de.

Oysa özlediğimiz, hep çocuk yüzleridir. Kapalı yerler huzursuzu olan yanımızla da ufka bakarız ve bizi sarmalayan binlerce kablolu hatın kuşattığı kentlerde, yüreğimiz burkulur… Manyetik bir gerginlik dolanır ruhumuza…

Onun için canımız sıkkındır, onun için kuş seslerini duymayız sabahları, onun için çocukların ayak izlerini sileriz yüreğimizden, onun için merhamet duygusu azalır vicdanımızda ve kendimizi yitiririz, bu kocaman kentlerin yalnızlığında… Vurdumduymaz olmak, başka insanların meseleleri ile kederlenmemek, onların gözbebeklerinin içine bak/a/mamak, erdemi göçe zorlamak çağımızın hastalıklı vitrini olarak öne çıkar… Hayatın anlamı, hepimizin/herkesin içinde yaşadığı bir dünyayı özlemektir. Dünyayı yaşanılır bir yer kılmaktır, buna inanmaktır. Bunun için kendini yormaktır belki de… Kendimiz olmak, ancak başkalarının da kendileri olmalarına olanak tanımak, seslerimizi bir melodinin etrafında birleştirmek, bütün dillerin aynı koroda buluşması için biraz vicdan taşımaktır… Hoş hepimiz kendimizi çok seviyoruz. Ancak sevgimizi başkalarından nefret ederek inşa ediyoruz. Bu da bizi inanılmaz çelişkili ve sevgiyi kin ve nefretle karartan insanlar haline getiriyor… Haydi, bugün kendimizi/kişiliğimizi/kimliğimizi boynumuzdan çıkarıp asalım karşımıza ve birazcık muhasebe yapalım… Çünkü insanız ve bunu bazen yapmalıyız belki de. O zaman hepimiz kendimize yürürken, başkalarından uzaklaşmanın ne anlama geldiğini anlayabiliriz, ne derzsiniz?