Hizmet Liyakat İşidir

Hizmet bilgi, birikim, tecrübe, sistemlilik, vazifeye riayet ve gönül işidir. Profesyonel birikim ve amatör ruh gerektirir. Kendi cilası için çalışmayı amaç edinen hizmeti değil cilasını düşünür.

Şirketler, dernek ve vakıflar, şehirler ve ülkeler kendi cilasına çalışanların elinden çeker. Kimi mesaisine önem vermez, kamuya adayacağı mesaisini özel işlerine adar ve gerekli denetim de olmayınca alır başını gider. Kimi kamuya ait olanı kendi şahsi bütçesinde yapamayacağı savurganlıkla saçar savurur ancak “arkası güçlü” kontenjanı ile anıldığı için ses çıkaran olmaz. Kimi daha fazla ücret için bir makam peşinde koşmuş ve nihayet elde etmiştir, orada durduğu süre içinde zevkini çıkarmanın peşindedir. Kimi “yakini kart hamilimdir” kontenjanı ile geldiği makamda kimseye hesap vermem modunda bir yol tutturmuştur, yürür gider. Kimi yeri gelince eleştirdiği konularda fırsat peşinde koşmaktadır, o fırsatı yakalayınca “zorla buldum bırakır mıyım kimseye” diyerek yol almaya çalışır. Bunların ekseriyetinde bilgi, birikim, tecrübe, vazifeye sadakat ve gönül zafiyeti bulunmaktadır. Bilgi, birikim, tecrübe, vazifeye sadakat ve gönül bir bütün olarak liyakat ve ehliyet ile isimlendirilirse, şirketler, dernek ve vakıflar, şehirler ve ülke liyakatsiz ve ehliyetsiz kişilerin elinde sancılar ve acılar çekmeye devam eder.

Bunları biliriz, konuşur ve eleştiririz lakin ehliyet ve liyakat kıstasına bakmadan kendimize ve yakınlarımıza makam peşinde koşarız. Bunu da “o olacağına ben olayım, filan olacağına benim adamım olsun” şeklinde izah ederiz. Ve aracı olduğumuz mesuliyette, o işi hakkıyla yapamayan yakınımızın, adamımızın bütün günahlarına, yanlışlarına ortak olduğumuzu, olacağımızı asla düşünmeyiz.

“iyi para alıyor, rahatı yerinde”

“kim aracı oldu”

“ben”

“iyi de görevini yapmıyor, işini vesile edinip çalıp, çırpıyor”

“ olsun, başkası gelseydi o da aynısını yapacaktı, o yapacağına benim adamım yapsın”

“nereden biliyorsun, belki temiz, liyakat sahibi biri gelecek ve şirkete, şehre, ülkeye faydalı olacaktı, onu engellemiş oldun”

“amaam, senin de düşündüğüne bak, kim düzeltebildi ki sen düzeltesin”

Konuşma böyle uzayıp gidiyor.

Böyle mi olmalı?

Bu yanlışların önü alınamaz mı?

Önü alınmaz ise durum giderek kötüleşmez mi?

Bütün yanlışlarına rağmen “adamını bulan” yanlışlarına devam ederek, sömürdüğü makamların başında durmaya devam mı etmeli?

“iyiler” adam bulamayıp kenarda kalacaksa, “kötüler” adam bulup yürüyecekse, “iyi insan yetiştirmeliyiz” sözlerinin bir anlamı kalır mı?

Yoksa “iyi sömüren, iyi götüren, getirildiği makamda kamuya değil kendisine çalışan kişiler” için, “bunlara destek verin, hesap falan soran olmaz” diye bir nida mı geldi, sağlam referanslar mı bulduk? Sağlam referanslar derken, yapılanın bir zulüm olduğunu, zulmün de mutlaka hak edeceği karşılığı alacağını bize öğreten Kitabın işaretleriyle cümle kuruyorum. O kitap ki, her birimize ayrı ayrı seslenerek zulümden uzak durmamızı, adil olmamızı, emanetleri ehline vermemizi söylüyor. İstediğinizi yapın, hesap soran olmaz demiyor.

Ömer’ler yani işini hakkıyla yapanlar arıyorsak; makamlarda, görevlendirmelerdeSalabe’leri de kendimizden uzaklaştırmalıyız.Ne yazık ki “Salabe’leri” kendimizden uzaklaştırmıyor aksine “adamım zamkıyla” kendimizi onlara, onları kendimize bağlıyoruz, yani hesap günü hesap vermeye birlikte gideceğimiz delillerimizi hazırlıyoruz.

O gün gelecek ve liyakatsizler, onları “adamım zamkıyla” kendilerine bağlayanlarla birlikte hesap verecek. Bazılarımız o kadar hakikatten uzaklaşmışız ki, bu sonu, olmayacakmış gibi uzak görüyoruz.

Bütün helaklerin öncesinde de bu uzak görme, o da neymiş, hadi gelsin de görelim demek bulunur.

İlk paragrafta kendi cilası için çalışmayı amaç edinen hizmeti değil cilasını düşünür, demiştik. Gün gelir cila dökülür aslı ortaya çıkar. Ve bu asla istenmeyecek kötü bir son olur.