Kara Kıtadan Günümüze…

Afrika’da çalışan antropolog bir kabilenin çocuklarına oyun oynamayı önerir. Çocukları meydana toplar. İleride görünen ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü o meyveleri yemek olacaktır. Çocuklara “Haydi, şimdi başlayın! Birinci olan meyveleri alacak!” der.

        O an bütün çocuklar el ele tutuşur, koşarlar ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.

        Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu cevabı verirler;

       “Biz “ubuntu” yaptık. Yarışsaydık yarışı kazanan bir kişi olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyveyi yiyebilir? Oysa biz ubuntu yaparak hepimiz yedik.”

         Ubuntu’nun anlamını açıklarlar: Ben, ‘biz’ olduğumuz zaman ‘ben’im.

         Bu öyküyü okuyunca çok etkilendim.Biraz araştımaya karar verdim. Güney Afrika’da “ubuntu”, Uganda ve Tanzanya’da “obuntu”, Zimbabve’de “unhu” diyorlarmış. Ubuntu’nun Türkçe karşılığını bulmaya çalıştığımda hep bir şeylerin eksik kaldığını fark ettim. “Nezaket, hoşgörü ve birlik” gibi farklı kavramların bir araya gelişiyle oluşan bir anlam bence Ubuntu. “Ben yerine biz” bulabildiğim en sade anlatım biçimi.

         İnsanın olduğu her yerde “biz değil ben”ciyiz. Oysaki yapılan mutluluk araştırmalarının neredeyse tamamı insanı mutlu eden en kritik faktörlerden birinin sosyal iletişim olduğunu söylüyor.

•         Parasını başkaları için harcayanlar kendisi için harcayanlardan daha mutlu oluyor. (“Happy Money” Lizz Dunn ve Mike Norton, 2008)

•         Ölüm döşeğindeki hastalarla konuşulduğunda “keşke dostlarıma ve aileme daha çok zaman ayırsaydım” diyorlar. (“Ölmeden Önceki Beş Pişmanlık”, Bronnie Ware)

•         Başka insanlara nezaket gösterdiğimiz bir günün sonunda diğer günlere kıyasla çok daha mutlu oluyoruz. (Sonja Lyubomirsky, 2005)

          İnanın ki; bu konuyla ilgili onlarca araştırma daha sayabilirim. Özetle, insan sosyal bir varlık. Temelde hepimiz birlikte zaman geçirdikçe, başkalarıyla bir arada güzel anlar ve deneyimler biriktirirken mutlu olmaya programlıyız. Gelin görün ki “geçim derdi” ile açıklanabilecek olanın çok ötesinde bir paracılık, eşyacılık ve “önce ben”cilik peşine düşmüşüz. Bu durumu yozlaşma olarak görüyorum. Öyle ki geri döndürülmesi oldukça zor bir yozlaşma. Ubuntu felsefesini minik minik de olsa her birimiz kendi hayatımıza taşıyamaz mıyız?

       Bireyselcilik, bencillik, kişisel başarı gibi fenomenlerin yükselişte olduğu zamanlarda kolay değildir, ancak imkansız da değildir. Yaş aldıkça fark ediyorum ki, paylaştıkça daha çok mutlu oluyorum. Paylaşmak o tadı almak nasıl güzel mutluluktur. Kalbimizde o naif sıcaklığı hissederiz, yüzümüzde gülümseme çizgileri oluşur, gözlerimiz ışıldar

       Tüm yaşamını ırkçılık, fakirlik ve her alanda eşitsizliğin engellenmesine odaklayan Nelson Mandela da yaşam felsefesini “UBUNTU” olarak ifade ediyor.

        Bir Afrika atasözü var. Ubuntu felsefesinin detayını öğrendikten sonra benim için çok daha anlamlı hale geldi:

“Hızlı gitmek istiyorsan yalnız git, uzağa gitmek istiyorsan birlikte git.”

        Aslında  çok basit olan yaşamı, kendimiz zorlaştırarak, hayatı çekilmez hale getiriyoruz. Gönül gözüyle, sevgiyle bakmasını bilirsek, sadece kendimizi değil, çevremizdekilerin de  ve onların da kıymetli olduğunu, huzurunu gözetirsek daha da huzurlu ve mutlu oluruz.

         Nobel barış ödüllü Güney Amerikalı Desmont Tutu ubuntuyu şöyle özetliyor;’’ Ubuntu’ya inanan insan diğerlerine açıktır, olumludur.Diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda kendini  tehdit altında hissetmez. Onun daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir öz güveni vardır.Diğerleri aşağılandığında, küçük  düştüğünde, zulme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış hisseder.

           Birlikte var olabilmek ve başarabilmek ümidi ve temennisiyle…

           Saygılarımla.