Shakspeare'in  Hamlet oyununun ilk cümlesi  "olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu! " diye başlar. Yazıya başlarken  böyle bir epigraf  kullanma cesaretinde bulundum! Altını doldurmanın yollarını arayacağım. Konu, yüzyılımız bir bilinmezlik çağına doğru gittiği varsayımıdır. Bu çağın gerekleri nelerdir tam bilmiyoruz. Her yıl hatta her gün yeni şeylerle karşılaşıyoruz. Adaptasyon mekanizması işlevsiz kalıyor bazen. Yorgun düşünceler, asimetrik gelecek planları, konumlanma sıkıntısı ve diğer etkenler insanın yaşam kalitesini alt üst etmiş durumda. Dünya nereye doğru gidiyor sorusu bazen öylece asıllı kalıyor zihnimizde.

Durum, bilinmezlik kavramının sınırlarını zorlarken; gelecek kaygısı, güvenlik, ekonomik, sosyal ve diğer sorunlar bizi fazlasıyla rahatsız ediyor. "Karamsar olmak ya da olmamak tüm mesele bu" klişesi anlamlı bir cevap olmuyor.  Adeta lokal ve küresel düzeyde toplumsal bir daralma söz konusu. Çok yönlü gelişmeler ve süreci yönetmedeki aksaklıklar, sorunların çözümünü zorlaştırıyor. Böyle bir ortamda insanlar ne kadar iyimser olabilir ki. Bırakın iyimser olmayı, asgari yaşam ihtiyaçlarını karşılamaktan bile uzaklaşıyoruz. Birkaç gelişmiş ülkeyi saymazsak her geçen gün küresel dünyanın büyük kısmında hayat giderek zorlaşıyor.

Doğal kaynaklardaki azalma/ bozulma, teknolojik gelişmeler, rekabet ve üretim- tüketim çılgınlığı üzerine inşa edilen yeni bir dünya var karşımızda. Bu yeni dünyada rekabet her alanda maksimum boyutlara ulaşmış durumda. Bu kadar karmaşık ve çok bileşenli süreci sağlıklı yönetmek kolay değil. İhtiyaçların kontrolsüz arttığı bu dönemde yetinme duygusu da anlamsızlaşıyor. Kazanma ve çok şeye sahip olmanın mubah yolları pek sorgulanmıyor. Talepler istenilen düzeyde gerçekleşmeyince de kırılganlıklar artıyor. Karamsar düşünceler bilinç sistematiğimizi adeta esir alıyor.

Her yıl biraz daha etkisini hissettiğimiz küresel düzeydeki doğa olayları; depremler, kasırgalar, toprak kaymaları, seller ve bunların toplamı diyebileceğimiz  küresel ısınma. Üretim- tüketim çılgınlığı üzerine konumlanan  yaşam tarzı sınırlarımızı zorluyor. Daha yaşanılır bir dünyanın sınırları giderek daralıyor. Alınan önlemler çok fazla etkili olamıyor. İklim değişikliği ile ilgili protokoller istenilen sonuçları vermekten uzak. Her ülke kendince bir yol ve yöntem bularak ihlal ediyor. Doğa olayları dışında, insan eliyle doğrudan oluşan bölgesel ve küresel sorunlar artış gösteriyor.  Özellikle silahlanma yarışı ve emperyal düşünceler ve uygulamalar gelişmemiş  ülkeleri daha da yoksullaştırıyor. Ekonomiye yapacakları yatırımın anlamlı bir kısmını silahlanmaya ve benzeri stratejik alanlara kaydırıyorlar. Böylece halka yansıyacak ekonomik enstrümanlar kısılıyor. Bazen din bazen mezhep bazen mikro milliyetçilik bazen de bunları hepsini içine alan bir paket toplumlara dayatılıyor. Yaşam ile özgürlük, beka ile yoksulluk ve mutluluk ile onurluluk ikilemlerinin azaltılmış terkipleri yavaşça  toplumlara bazen içten bazen de dıştan zerk ediliyor. Geldiğimiz noktada ,özellikle, 2024 yılı ekonomik, sosyal ve doğa olayları konusunda birçok sorunla karşılaşacağımız bir yıl olacak gibi görünüyor. Küresel Riskler Raporu 2024'e göre dünyayı en geç 10 yıl içinde "küresel bir felaket" bekliyor.  Aşırı hava olayları, toplumsal kutuplaşma,siber güvensizlik, devletler arası silahlı çatışmalar, ekonomik fırsat eksikliği, enflasyon, zorunlu göç, ekonomik kriz ve kirlilik şeklinde sorunlar sıralanıyor.

Ülkemizde ise doğa olayı olarak deprem; konunun gövdesini oluşturuyor. 6 Şubat depreminden sonra konu daha da gündeme oturdu. Neredeyse ülkemizin farklı yerlerinde her gün küçükte olsa depremler oluyor. Yerbilimciler ise mütemadiyen konuyu gündemde tutmaya çalışıp dirençli binalar, kentsel dönüşümün hızlandırılması konusunda birçok bilgiyi kamuoyu ile paylaşıyorlar. Bu önerilerin ne kadarı uygulamaya geçecek birlikte göreceğiz.

Diğer bir konu ise özellikle Ukrayna- Rusya , İsrail- Hamas savaşı ve bu olayların  Doğu Avrupa ve Körfez bölgesinde oluşturduğu  gerilim. Çin -Amerika çekişmesi ,  Çin- Tayvan gerilimi ve İran'ın bölgedeki agresif tutumu şu anda başat konular. Dünyadaki ekonomik bunalım ve Avrupa'nın ekonomik resesyona girme endişesi. Bu menfi gelişmeler ekonomik, sosyal, kültürel ve dini sorunları da beraberinde getiriyor.  Özellikle toplumların  milliyetçilik alanındaki hassasiyetleri artıyor. Hatta faşizme doğru yol alan bir akıma dönüşebiliyor. Sorunların sebebini başka yerde aramanın zayıf halkaları ardı ardına dizilip çözümden çok suçlu arama gibi basit yollar tercih ediliyor. Örneğin, ekonomik sorunlar yaşayan Arjantin'de ekonomik daralmadan kaynaklı iktidar değişikliği, bazı Avrupa ülkelerindeki yabancı düşmanlığı ve Neo Nazi yanlılarının politik olarak güçlenmesi, Amerika'da Trump liderliğindeki Cumhuriyetçilerin  "göçmenler kanımızı emiyor" sloganı eşliğinde,  "Amerika'nın kendisiyle savaşı" dünyada karamsar bir tablonun oluşmasını sağlıyor.

Karamsarlıklar bunlarla sınırlı değil. Pusuda bekleyen ve gelecekte hayata dair tüm paradigmaları değiştirecek  yapay zekanın kontrolsüz ilerleyişi de bu karamsarlığa farklı bir yönden destek veriyor. Bir taraftan veriler yorumlanıyor bir taraftan beşeri sermayenin Amerika ve Çin merkezli havuzlarda toplanması yeni sanal güç odaklarının rekabetini arttırıyor. Tüm bu gelişmelerden herkes nasibini yeterince alıyor/alacak. Velhasıl  zor zamanlardan geçiyoruz.

İyimser olmak için neler yapabiliriz konusuna gelince, böyle karmaşık ve küresel düzeydeki konularda daha analitik düşünme setleri oluşturarak bireysel ve toplumsal bazda karanlıkları azaltıp, aydınlık bir geleceğe doğru ilerlemenin yollarını arayabiliriz. Rekabet gücümüzü artırmak için insan kaynakları en iyi şekilde değerlendirilebilir. Doğa olaylarını asgariye düşürecek  kararlar alınabilir.

Peki, bir şeyler yapmasak ne olur ? Hiçbir şey!  Nasıl olsa "üst üste iki trajedi bir komedidir" diyen de Shakspeare değil mi? Hayata kaldığımız yerden devam ederiz...!