Kavram Yorgunluğu

Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın… Sussan; acıtır… Konuşsan; kanatır… /Oğuz Atay

Kavramları; anlamları, kapsamları ve hayattaki ihtiyaçlarıyla birlikte değerlendirmek ve kullanmak gerekiyor. Bir kavramın kullanım sıklığı, bize onun toplumsal karşılığı hakkında bir fikir verebilir.

Kelimeler insanın gözlerinden hayata bakar; dile geldiklerinde sese eşlik eden bir de “bakış” vardır. Her kelime, insanın gözlerinde ete kemiğe bürünür, kendine özgü bir yüz edinir. Aslında konuşurken insanların yüzlerinde gördüğümüz şey, düşüncenin, duygunun en yalın halidir ve yalansızdır. Bu canlı ekran, kelimeler hakkında daha çok düşünmeye sürükler bizleri…

Hayatı yoruyoruz; yüzlerimizde bir “hayat yorgunluğu” var; kavramları yoruyoruz; onları gereğinden fazla kullanıyoruz, her yere sürüklüyoruz, yüzlerini gözlerini kırıyoruz; hayat gramerimizde“kavram yorgunluğu” var. Sürekli bir şekilde bütün kapıları, “aynı anahtarla” açmaya çabalıyoruz. Oysa bütün kapıları açan tek bir anahtar istemek; insanın kendisiyle çelişmesinden başka bir şey değildir.

Yoruyoruz kavramları; gerekli gereksiz yerlerde bir söz kalabalığı oluşturuyoruz. Karışıyor sonra sesler başka seslere, kelimeler başka kelimelere. Sonra her kelime yolunu kaybediyor; çıkmaz sokaklara yöneliyor. Kelimeler dolanmaktan, yolunu kaybetmekten dolayı yoruluyor. İnsan dilini, beyninin, aklının hizmetine sunsa da dil karmaşası, aynı zamanda bir beyin karmaşası değil midir? İnsanın düşünce üretmede zorlanması, onu “merdiven altıkavramlar”a yöneltiyor. Kavramlar, anlamlarından, içeriklerinden boşaltılıyor; sonra bu kavramların üzerine bir yığın alakasız, sorunlu, kirli anlamlar boca ediliyor.

Konuşsam sessizlik, gitsem ayrılık!”diyor şair. Hayatın basamaklarından, hayatın terasına bir türlü çıkamıyoruz. Kavramlar, sokakta, eğitimde, sanatta, siyasette, sosyolojide kendilerine yeterli bir karşılık bulamadıklarında, hayal kırıklığı yaşıyorlar. Çünkü kavramların bir amacı da sorun çözmek, düşünce üretmek, ufuk açmaktır. Kavramların yolculuğu sıklıkla “boşa düşme!” metaforuna takılıyor. Sözün bolca ve özensiz kullanıldığı bir konuşma külliyatımız var. Daha çok kelimelerin “yalın halini” özledik.

Kavramlar, onarılmayı bekliyor. Onların yorgunluklarını gidermenin en kestirme yolu, onları anlamları ve içerikleriyle birlikte kullanmak ve onların diline sadık kalmak;bir de “hayat patinajı”na kavramları kurban etmemek. Hayattan kaçıp kelimelere sığınır bazen insan. Onlar en güzel liman oluverirler. Limanlar, uzun yolculukların sonundaki huzurlu sessizliklerdir. Belki de kelimelerin gücü, onların sessizliğindedir; tıpkı limanların yüzlerindeki tebessümde olduğu gibi.

Ben, bir fincan kahveyle karşılıyorum kelimeleri. Onlarla muhabbetim sanırım en çok bu anlara denk geliyor. Anlıyorum yorgunluklarını, sitemlerini gözlerinden okuyorum…