Üniversite öğrencilik yıllarımda bir arkadaşımı ziyaret amaçlı Urfa’ya gitmiştim. Yemekleri meşhur. Kebapçılar nam salmış. Bir tabela dikkatimi çekmişti: KENDİ KENDİNE PİŞİR KENDİ KENDİNE YE
Artık kendi kendine ne kadar pişirirsen.
Ta o zamanlardan “bir şehrin hikâyesini yazmak” gibi dayanılmaz bir istek oluşmuştu. Nasip bu güne imiş. Ne var ki o zamandan bu zaman ben de biraz siyasileştim. Şehirler de siyasileşti. Doğal olarak bir şehrin siyasi hikâyesi yazılacak gibi…
Eskilerden meşhur bir yazar vardı: Jack Nicholson ! İşte o artist de bir kitap yazmıştı: Üç şehrin Hikâyesi
İçimden bir ses ısrarla o yazar Charles Dickens idi diye ısrar etse de ben baskın geliyorum. Adamın kitabının adından ”intihal” edeceğim… Tövbe tövbe! Hikayemin adı : Bir Şehrin Hikayesi
Hikâye yazarları iyi bilir. Hikâyenin giriş, gelişme ve sonuç bölümleri olur.
İşte bu şehre öyle kolay giremezsin. Her tarafı “düşman halklar” ile çevrilidir. Adıgermenler, Bingelenler, Basgidenler, Roma-Germenler gibi… Bu şehirde “kendi kendine pişir kendi kendine ye” me özelliğindeki kimi “yerliler” genelde çok başarılıdırlar. Şehre bu yüzden girişler zordur. Genelde geceleri, herkes uykuda iken şehre ancak girilebilir. Hikayedeki şehrin “giriş” kısmı biraz karmaşık .Bir de “gelişme” kısmı var. “Kendi kendine pişir kendi kendine ye” ciler istemese de şehir “gelişir” ve girişlerden gece gelenler gizlice bir yere kondukları için oralardaki mücadele hattı “gece kondu” diye adlandırılır. Ama o bazıları pişirmeye ve yemeye devam ederler. Bir şehrin “gelişme “ kısmı da böyle…
Gelelim hikâyenin “ sonuç “ kısmına.
SONUÇTA BİR ŞEHİR DOĞAR!
Şehir demek siyaset demek! Bir şehirde siyaset yoksa kulak asma… Her şey tırt! İçimdeki o ses diyor bak edebi bir dil kullan! Ona bağırıyorum (içimden) : Şehir siyasetsiz olur mu! Edebiyat senin olsun!
Ses sindi!
Siyaset yoksa hayat boş!
Bir şehir düşününüz ki siyasileri var! Ya olmasalardı?
Kimisi bilmem kaç defa siyasi! Sayısını kendisi de bilmiyor…
Kimisi dindar- mindar ama çok “şeker” birisi…
Kimisi bir yol kenarında, misal bir bankta oturuyor. O sırada yönetmenin sesi duyulur: Digital Visual Interface ! Bu kelimede bir “face” geçiyor ! face İngilizce “yüz” demek! Bir “yüz “ meselesi var sanki. Keşke hikâye yazarı değil de kameraman olsaydım! Ve bir kâğıt parçası havada uçar uçar… Yakın planda uçan kağıt parçası görüntüye gelir. Gelir gelir…Tom Hanks’in önüne düşer…Artist bu ya kağıdı alır okur .Bir takvimden kopan yaprak : Ve adam İsa’ya geldi. Dedi ki: Ey kurtarıcı bir kadına yan gözle baktım. O gözümü çıkar!
Tom Hanks kâğıdı parça pincik eder! (Parça pincik ne? Ne?) İçimdeki ses yine depreşti.
Şehir doğar dedik ya… Şehir insanın kaderidir. Yok, kederidir.
Duyumlara göre kimisi de kendini belli etmemeye çalışarak ortalıkta ne kadar az dolaşırsa bir başka döneme “siyasi” olma şartı artar fikrinde. Duyumlar o şekilde. Şehir efsanesiz olur mu? Son zamanlarda “Yeni Yüz” ler meselesi oldukça cazip. İyi bir plastiko –estetik cerrahı bulsa da yüz nakli yaptırsa!
Kimisi bu aralar “ikinci el tank müzelerine “takılıyormuş. Şöyle kimse yokken bir tankın önünden geçse! Hatta açsa yiğit bağrını, tanka karşı göğsünü siper etse! Nerde o eski 28 Şubatlar! Bu da belli ki tutmaz… Öf! Ne yapsa? Ama bir şeyler de yapmalı?
Bir Şehrin Hikâyesi’ndeki şehir efsanesine göre kimi siyasilerin çiftlikleri varmış! Ne desen var! Organik! Çiftliğin adı gizli tutuluyormuş. Ama ne kadar gizli tutulursa tutulsun adı sızmış: Yalan Üretme Çiftliği
Bu ara bol bol kitap okuyorum, edebiyatım gelişsin diye. Aklıma bir kitap geldi: Hayvan Çiftliği Domuzlar Diktatoryası. Meşhur bir kitap. George Orwell da meşhur bir yazar.
Keşke ben de meşhur bir hikâye yazarı olsam! Güldür Güldür programında bir Şevket karakteri vardı: Nazarcı Şevket. Keşke! Diye başladı mı nazar değiyordu ortama… Allah beni ve tüm hikâye yazarlarını nazardan korusun!
Konu dağıldı. Kimin, Yalan Üretme Çiftçiliği varsa artık kendi bilir. Yok, illaki bir çiftliği olacaksa kimilerinin, bari ürünleri “organik” olsun. Organik ürün fark yaratır…
Bu hikâyenin “sonuç” kısmı halen devam ettiğinden ve “KENDİ KENDİNE PİŞİR KENDİ KENDİNE YE “ de devam ettiği için hikâyeyi fazla uzatmaya gerek yok. Varsın bu hikâye de henüz sonuçlanmamış olsun.