SÖZÜN ÖZÜ
Unutulmaz isimdir âşık “Fahri Kayahan”
Ünü ülke çapında taşmıştır Malatya’dan.
Ağlayıp ağlatırken tamburdu arkadaşı,
Sahneler şahidiydi döker iken gözyaşı!
MALATYA’LI FAHRİ KAYAHAN VE DİYARBEKİR!
Bazı isimler vardır ki anıldıklarında şöhretleri bütün ülke çapında olsa da “özel” olarak yaşadıkları şehirleri isimleriyle birlikte hatırlatırlar. Mesela “Şark Bülbülü Celal Güzelses” denildiğinde Diyarbekir akla gelen şehirdir: Kazancı Bedih denildiğinde Şanlıurfa anında hatırlanır. “Fahri Kayahan” ismi illa ki “Malatya” şehri ile birlikte anılır.
Bu isimlerden sadece Kazancı Bedih’i televizyonlarda görmüşlüğümüz var. Ancak Celal Güzelses ve Malatya’lı Fahri Kayahan’ı görmediğimiz halde, aradan yarım asırdan çok zaman geçmesine rağmen unutmamışız.
1953’ten itibaren ki o tarihlerde çocukluk günlerimi yaşarken “matbaacılık” mesleğini de öğreniyordum. Şöyle bir söz vardır: “dün ne yediğimi hatırlamıyorum” diye, doğrudur, ben de çoğu zaman dün ne yediğimi hatırlamasam da 50-60 yıl hatta daha ötesi günleri hatırlayabiliyorum. Merhum Celal Güzelses’i Ulu Camide tam bir yıl boyunca “hutbe” ezanlarını okurken dinlemişliğim var.
Şark bülbülümüzü ayrıca iki kez sahnede “konser verirken dinlemişimdir. Merhum Malatyalı Fahri Kayahan’ı ise iki kez sahnede görmüş ve dinlemişimdir. O zamanlar büyüklerimizin izni olmasa gece dışarı çıkamazdık. Benim geçerli mazeretim ise şöyle oluşurdu. Malatyalı Fahri Kayahan’ın konseri için el afişi basılacaktı. Bu görev bana verildi. El ilanını ve konser afişini hazırlarken ustama şöyle demiştim: “Bana bir bilet verilecek mi?” ustam da: “Sen şu afişi şöyle özene bezene hazırla ötesi kolaydır” dedi.
Şu anda ismini hatırlayamadığım sinemada verilecek olan konser biletim bana önceden getirildi. Bunu aileme göstererek gece sinemaya gidiş izni alabildim. Afişi hazırlarken büyük puntolarla dizdiğim şu sözleri hiç unutmuyorum: “Ağlayan ve ağlatan sanatkâr Malatyalı Fahri Kayahan” kalın siyah gözlüklerinin gizlediği gözyaşlarını göremesek de tamburundan dökülen nağmeler, yalnız onu değil, salondakileri de ağlatıyordu…
Günümüzde “moda” olan uzun saç o zaman moda değildi ama Kayahan’ın uzun saçları vardı. “Ormanların gümbürtüsü başıma vurur/ Nazlı yârin hayali karşımda durur” derken belki de o hayal onun gözlerinin önünde idi ve o hayal dışarı taşmasın diye kalın siyah gözlük kullanıyordu, ya da çocuksu havsalam beni böyle düşündürüyordu.
Sözlerini tam hatırlamasam da “Söyleyin güneşe erken doğmasın” veya “Karadır kaşların ferman yazdırır/ Bu aşk beni diyar diyar gezdirir” türkülerini söyleyen Kayahan, öyle diyar diyar gezerken gelmiştir Diyarbekir’e. Bu şehirde çok sevilmiştir. Öylesine çok sevilmiştir ki Diyarbekir’li mahalli sanatçı “Nedim Şerefhanoğlu” hem sesiyle hem de tamburuyla Kayahan’ın okuduğu bütün parçaları onun edası ve sesiyle “onun gibi” okuyarak iki veya üç tane “kaset” doldurmuştur. İhtimaldir o kasetlerden biri arşivimizde hala durmaktadır. Ama teyp kullanmayalı öylesine çok zaman geçti ki bu zaman içinde o kaset nerede gizlendi bilemiyorum.
Hem “Nedim Şerefhanoğlu” ile hem de kayınpederi “Musa Tutka” ile merhabamız ve dostluğumuz var. Korona virüsten yıllar önce kendimi sanki “tecrit” veya izole etmişimdir. Şimdi bazıları bu yazıyı okurken” ne alaka?” diyebilirler. Anlatayım, şu anda Diyarbekir’de iki milyon civarında insan yaşıyordur, acaba bunlardan kaç tanesi Diyarbekir’i yaşıyor veya yaşamıştır?
Diyarbekir, Malatya veya her hangi bir şehirde yaşamak başkadır, o şehri yaşamak başkadır. Bir şehir yaşanıldığında deyim yerinde ise o şehrin “kılcal” damarlarına” kadar öğrenilir, bilgi edinilir ve o bilgi bir kitap gibi nesilden nesile aktarılır. Yeter ki o bilgi sahibi ile birlikte mezara gitmesin, gitmemesi için de “vefa borcu” olarak bilinsin, yazılsın ve yeri geldiğinde dillendirilsin.
“Kemal Deniz” Malatya’da ancak Malatya’yı yaşayan bir isim, Fahri Kayahan ismi unutulmasın diye onun hayatını anlatan bir kitap çalışması içinde. Onlarla birlikteyken dostluğumuz gereği bu anlattıklarımı bir yazı şekline dönüştürmemi istedi. Bu isteği yerine getirmeyi bir görev bildim.
Ne kadar başarılı oldum bilemiyorum. Bildiğim tek şey gerek Celal Güzelses, gerek Kazancı Bedih, gerekse Malatya’lı Fahri Kayahan gibi isimler, kendileri aramızda olmasalar dahi “gerçek sanatkar” olarak bilinsinler ki günümüzde pek revaçta olan “çakma” sanatkarlardan rahatlıkla ayırt edilebilsinler..
Şu hususu hatırlatmadan yazıyı noktalamak istemiyorum. Adlarını saydığım bu güzide isimler, isimlerinden öte miras olarak bir şey bırakmamışlardır. Eğer maddi bir varlık bırakmış olsalardı şimdi çoktan gönüllerden silinmiş olurlardı. Günümüzde unutulmuyor ve saygı ile yâd ediliyorlar ise maddeperest olmadıkları, yaşadıkları şehri ve insanı sevdikleri içindir.
Selam ve dua ile.