Miraç Gecesi

Cenâb-ı Hak, Miraç Gecesi huzuruna kabul buyurduğu Sevgili Peygamberimizi üç büyük ikramla ümmetine geri gönderdi. Bunlardan biri ümmet-i Muhammed'den olup Allah'a şirk koşmayanların eninde sonunda muhakkak cennete girecekleridir. Diğeri "Âmenerrasûlü" olarak bildiğimiz ve bizlere imanı, kulluğu, hesap gününü, Allah'a yakarışı öğreten Bakara Suresi'nin son iki ayetidir. Bir diğer müjde ise kulun Rabbiyle buluşması olan namazdır.

Süleyman Çelebi'nin Mevlid-i Şerif'te "Sen ki mîrâc eyleyûb ettin niyaz, Ümmetin mîrâcını kıldım namaz" dizeleriyle ifade ettiği gibi namaz, müminin miracıdır. Dinimizin direği, gözümüzün nuru, kalbimizin huzurudur. Allah'ı anmanın en güzel şekli, ibadetlerin en faziletlisidir. Peygamberimizin buyurduğu üzere "Namaz, kıyamet günü kulun ilk hesaba çekileceği ameldir."1
O gece peygamberimizin bineği olan Burak, Miraç Gecesinin en önemli unsurudur. İnancımızda ve kültürümüzde geniş olarak yer almaktadır.

Burak
Burak, parıldamak, şimşek çakmak anlamına gelen Arapça berk kelimesinden türetilmiş renginin saf ve parlak oluşu veya çok hızlı hareket edişi sebebiyle bu adı almıştır.
İslâmî kaynaklarda “İsra” ve “Miraç” diye adlandırılan bu gece yolculuğu hadislere göre Burak denilen bir binekle gerçekleşmiştir. Kaynaklar bu bineğin beyaz renkli ve fevkalâde süratli olduğunu, at benzeri bir yapıya sahip bulunduğunu bildirirler.
İsra olayını anlatan hadislerin bir kısmında Burak’ın, yukarıda belirtilen vasıflarından başka uzun kulakları ve iki kanadının bulunduğu, bu kanatları sayesinde bir adımda gözünün görebildiği en uzak mesafeyi kat edebildiği de kaydedilir.
Miracın İslâm kaynaklarına girdiği şekliyle Hz. Peygamber’e has bir mucize olduğu bilinmektedir. Burak olayı da Miraç sırasında meydana gelen tabiatüstü birçok olaydan biri olarak kabul edilmelidir. Deney ve gözlem dünyasının dışında vuku bulan bu tür olayların tabiat kanunlarıyla değerlendirilmesi mümkün değildir.
Burak, Resûl-i Ekrem’den başka diğer peygamberlere de hizmet etmiştir. Taberî’nin naklettiği bir hadiste Hz. İbrahim’in Kâbe’yi ziyarete giderken bu bineği kullandığı belirtilmiştir. Bu sebeple Burak, aynı zamanda “Hz. İbrahim’in bineği”dir.
Burak doğrudan doğruya İsra ve Miraç hadisesiyle ilgili olduğu için İslâmî Türk edebiyatında daha çok miraçtan bahseden eserlerde (mirâciye, miraç-nâme), bunların genel hacmine uygun bir şekilde beyitler veya müstakil bölümler halinde yer almıştır.
Burak hakkındaki hadislerde bulunan bilgilere siyer ve tefsir kitaplarında anlatılanların ilâvesiyle ortaya çıkan malumat, şairlerin geniş hayallerinin ürünü olan çeşitli unsurlarla süslenmiş, âdeta efsanevî bir varlık ortaya çıkmıştır.
Burak’ın edebî eserlerde geçen başlıca özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür: Süleyman Çelebi’nin,
“Andayiken nâgehân ol yüzi ak
Cebrâil cennetten irgürdi burak”
beytinde ifade edildiği gibi vatanı cennet olan Burak, Hz. Peygamber’den önce başka nebilere, bu arada Hz. İbrahim’e de hizmet etmiştir. Abdülvâsi Çelebi’nin,
“Bu İbrâhim burâkıdır ki kaim
Binip Kâbe tavâf eylerdi dâim”
beytinde buna işaret edilmiştir.
Burak deve, at veya katırdan küçük, merkepten büyüktür. Gövdesi ata benzer, boynu deveboynu, yüzü insan yüzü gibi olup hurilerden güzel ve cennet ahularının bile gıpta ettiği bir varlıktır:
“Ne burak ol semend-i hûr-sirişt
Gıbtafermâ-yı âhuvân-ı behişt”
Abdülbâki Arif Efendi, süratini arttırmak için kullandığı, açtığında cihanı kaplayan iki kanadı ve kısa bir kuyruğu vardır. “Burak-ı berk-seyr” terkibi şimşek kadar hızlı oluşunu anlatır. Bu sebeple bir adımda 70.000 yıllık yol kat edebilir ve adımını gözünün gördüğü yerin en son noktasına atabilir:
“Kanda nûr-ı nigâhı dikse âlem
Ol mahalle ederdi vaz‘-ı kadem”
Abdülbâki Ârif Efendi’nin bazı şiirlerde deve ayaklı, ceylan tırnaklı olarak tavsif edilen Burak, uçtuğunda kuşların kendisine yetişemeyeceği kadar süratli bir varlıktır:
“Ol kadar çâbük ü sebük-rev idi
Râkibi sanki mihr ü pertev idi”
Abdülbâki Arif Efendi, şiirlerin tasvirlerinde Burak’ı dudağı lal, dişi mercan, kulağı yakut, zümrüt veya zebercedden, yelesi müşkten, saçı müşk gibi siyah, etek gibi uzun, gözü Zühre sıfat, parlak, berrak, nergis gibi de süzgün olarak anlatır. Başı la‘lden, alnı kırmızı yakuttan olup karnı sarı, göğsü ak renklidir. Kanatları kızıl yakuttan, ayağı zümrütten, tırnağı inciden, örtüsü ise gümüştendir. Parlaklığı şimşek gibi yeri göğü aydınlatır. İtaatkâr, sevimli ve yumuşak huyludur. Kudüs kadar değerlidir. 2

Tayy-i zaman ve Tayy-i mekân
Sözlükte “dürüp bükmek; mesafe kat etmek, geçip gitmek” anlamlarındaki tay (tayy) kelimesi tasavvufta uzak bir yere bir anda gitmek, an içinde çok uzun bir zaman yaşamak, aynı anda birden fazla yerde bulunmak gibi olağan üstü durumları belirtmek için kullanılır. Kavramın mekânla ilişkisi “tayy-i mekân, bast-ı mekân”, zamanla ilişkisi “tayy-i zaman, neşr-i zaman, bast-ı zaman” şeklinde ifade edilir.

Kur’an’da iki yerde geçen tayy, kıyamet günü göklerin Allah’ın kudret eliyle dürüleceğini beyan etmek için zikredilmiştir (el-Enbiyâ 21/104; ez-Zümer 39/67). Hadislerde hem kıyamet gününe atfen hem de gündelik bir fiil olarak yer almıştır (Buhârî, “Rikak”, 44; Müslim, “Zühd”, 72). Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da semaya yaptığı yolculuk, Hz. Süleyman’ın veziri Âsaf b. Berhiyâ’nın bir anda Belkıs’ın tahtını Yemen’den Süleyman’ın önüne getirmesi (en-Neml 27/38-40), Ashâb-ı Kehf’in yüzyıllarca uyuduğu halde bu süreyi bir gün kadar hissetmesi (el-Kehf 18/9-26) tayy kavramının en meşhur örnekleri arasındadır.
Sûfîler, uzak mesafelerin ilâhî bir lutufla an içerisinde aşılmasını bir tür keramet saymışlar, bu durumu “tayyü’l-arz, teshîlü’l-mesâfe” gibi ifadelerle anlatmışlardır (Kelâbâzî, s. 79; Kuşeyrî, s. 437). Kuşeyrî’nin Ebû Türâb en-Nahşebî, Habîb el-Acemî, Ebû Ubeydullah el-Busrî ve Sehl et-Tüsterî gibi sûfîlerin bu tür kerametlere sahip bulunduğunu kaydetmesinde olduğu gibi kavram daha çok menkıbeler üzerinden aktarılmış, dolayısıyla konu keramete dair tartışmalar bağlamında sürekli gündemde kalmıştır.

Tarikatların teşekkülüyle birlikte pîrlerin ve şeyhlerin tasarruflarının himmet bakımından yücelik alâmeti sayılması neticesinde bu kerametler halk muhayyilesine girmiş; Ebü’l-Hasan el-Harakanî, Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr, Abdülkadir-i Geylânî, Ahmed er-Rifâî, Ahî Evran, Hacı Bektâş-ı Velî, Somuncu Baba, Üftâde, Şâbân-ı Velî, Nûreddin Cerrâhî gibi pek çok tarikat büyüğü buna dair menkıbeleriyle anılmıştır. 3

Bir an içinde çok uzun bir zaman yaşamaya tayy-i zaman, uzak bir mesafeye bir anda gitmeye tayy-i mekân denmektedir. El-Kâşânî’ye göre tayy-i zaman, kısa olan zamanın uzuna çevrilmesidir. Zira zaman denen şeyin bir de aslı vardır ki o da “daimî an” dır. Bu ana malik olan kişiye ise “sahibu’z-zaman” denmektedir.

Tayy-i zaman ve mekânın harikulade bir hadise olduğunda hiç kuşku yoktur. Bu sebeple tasavvufî eserlerde sûfilerin kerametlerinden sayılmıştır. Hemen belirtelim ki bu harikulade durum sadece sufilere mahsus, onların ihdas ettiği bir şey olarak anlaşılmamalıdır. Nitekim Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya ve oradan da göklere yapmış olduğu yolculuk bunun bir misali olarak zikredilmektedir. Zira bu hadise her ne kadar bir peygamberin mucizesi olarak tezahür etmiş olsa da netice itibarıyla zaman ve mekânın bir harikulade olay olarak dürülebilmesinin haddi zatında mümkün olduğunu göstermektedir. 4

Bu duygu ve düşüncelerle Miraç
Kandilinizin mübarek olmasını
diliyoruz.

1 Diyanet İşleri 25.02.2022 tarihli Cuma Hutbesi
2 DİB İslam Ansiklopedisi Burak
maddesi
3 DİB İslam Ansiklopedisi, “Tayy” maddesi
4 https://ismailagadergisi.com/2019-11/tayy-i-zaman-ve-tayy-i-mekan-var-midir/