Kısa bir süre sonra insanlık tarihi en kanlı, en yıkıcı felaket ve acılara sebep olan II. Dünya Savaşı ile baş başa kaldı…Türkiye II. Dünya savaşına girmemek için bir denge politikası izlemiştir. Ama savaşın her yılındaki olaylardan etkilenmiştir. Gerek Müttefik gerekse de Mihver devletleriyle iyi ilişkiler içerisinde olmasının savaş dışı siyasetiyle örtüştüğü inancıyla hareket etmiştir. Bu amaçla İngilizler, Fransızlar, Sovyetler Birliği ve Almanya ile antlaşmalar imzalamıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’ya yönelik stratejilerini etkileyen bir görüş Türkiye-Irak-İran-Pakistan-Afganistan kuşağına hâkim olan gücün Avrasya’ya, Avrasya’ya hâkim olan gücün dünyaya hâkim olacağı tezidir. II. Dünya Savaşı sonrası birçok ülke tükenmişliğin dibini görürken bazılarının ise bağımsızlıklarını kazandıkları görülmektedir. Savaş sonrası dünyanın birçok coğrafyası ile birlikte Ortadoğu’da da Soğuk Savaş dönemi (1947-1991) hüküm sürmüş ve bu durumdan dolayı ülkelerin her alanda tam bağımsız yaşamaları zorlaşmıştır. Avrupa’nın sosyoekonomik inşası büyük bir hızla ilerlerken, Ortadoğu ülkeleri maalesef iç çekişmeler ve Arap-İsrail savaşları sebebiyle ekonomik kaynaklarının büyük bölümünü silahlanmaya harcamak zorunda kalmıştır. Başka bir ifade ile yarım asır boyunca Avrupalı birbirine karşı kullandıkları silahları bu kez Ortadoğu’ya pazarlamış ve günümüze kadar da devam etmiştir. Yaklaşık 3 çeyrek asırdan beri başta Avrupa ülkeleri olmak üzere ABD, Rusya ile birlikte birçok ülkenin ürettiği her türlü silah, araç, gereç, teçhizat hatta insan (paralı askerler, terör örgütleri…) Ortadoğu jeopolitiğinde yaşanan mücadelede kullanılmaya devam etmektedir. O yıllardan bugüne dek sayısız iç savaş, terör olayları ve işgaller yaşayan Ortadoğu, bu süreçte silah üreticilerinin en büyük müşterisi hâline gelmiştir. Ortadoğu devletleri ve halkları XX.yy’ın on yılında bu sorunları çözmek için yalnız kalmışlardır. Artık yabancı devletler bölgenin işlerine karışmıyor, hatta aşırı bir isteksizlik gösteriyorlardı. Avrupa, Amerika ve Uzakdoğu ülkeleri gibi dış dünya devletleri Ortadoğu’yla üç konuda ilgiliydiler: Enerji gereksinimleri için kaynak; mal ve hizmetleri için zengin ve genişleyen bir pazar ve bu ikisini güvenceye almak için görünüşte de olsa, uluslararası hukuk ve düzenin sağlanması… Irak’ın Kuveyt’i işgali, Irak-İran Savaşı, 11 Eylül saldırısı sonrası ABD’nin başını çektiği bloğun Afganistan işgali sonrası aynı bloğun Irak’a saldırısı, Arap Baharı ile birlikte birçok ülkede başlayan kalkışma, ayaklanma ile birlikte Arap ülkeleri arasında başlayan yeni husumetler hemen ardında bölgeyi kan gölüne çeviren birçok aşırıcı grup ve terör örgütlerin ortaya çıkması, Suriye iç savaşının fitili iyice ateşlemesi ile bölgenin sorunlarının çözümsüz hale sokmuştur. Uluslararası güç aktörlerin talepleri doğrultusunda bir proje dâhilinde işgal edilen Ortadoğu’da yıllardır kan ve gözyaşı ile birlikte büyük insani dramlar ve göçler yaşanmaktadır. Ortadoğu halkı can ve mal kaybı verirken küresel silah tüccarları ise para ve güç kazanmaktadır. Dünya ticaret yollarının geçtiği Avrupa-Asya-Afrika kıtalarının buluştuğu bu bölge maalesef kendi halkı dışında büyük güç aktörlerin ve küresel silah sanayisinin vazgeçilmez pazarlarından birine dönüşmüştür. Dünyada üretilen her türlü savaş uçağı, helikopter, savaş gemisi, zırhlı vasıtalar, tüfekler ve türlü bomba çeşitlerinden oluşan konvansiyonel silahların tamamı nerdeyse bu coğrafyada test edilmiş edilmeye devam etmektedir. Ve testler bir maket ya da simülasyon kabininde değil birebir canlı hedefler, binalar, fabrikalar, resmi kurum yerleşkeleri üzerinde denenmektedir…Testlerin sonucu ne olursa olsun ölen ve gözyaşı döken Ortadoğu halkı olmaktadır. Arap ülkelerinde yaşanan savaşların sürdürülmesi bilhassa ABD’den bu ülkelere yapılan silah satışlarıyla doğrudan alakalıdır. Başta ABD olmak üzere diğer silah tüccarı ülkeler Arap Baharı ile birlikte Ortadoğu’ya silah satışını artırmıştır. ABD ve diğer güç odaklarının silah ve savunma sanayisi, Ortadoğu ülkelerine sadece silah ve mühimmat değil aynı zamanda siber istihbaratçılık, havacılık ve teknolojik hizmetlerin satışlarını da yapmaktadır. Bu ülkeler dışında Ruslar da Ortadoğu ülkelerine silah satarak bu bölgelerde oluşan fırsatları değerlendirmeye çalışmaktadır. Türkiye; yanı başında cereyan eden Ortadoğu savaşlarından ve Doğu Akdeniz’deki istikrarsızlıktan en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. ABD’nin Irak işgali ile başlayan göçmen kabulü sonrasında Afganistan ve son olarak Suriye iç savaşının başlamasıyla yıllardır yaklaşık 4 milyon Suriyeli göçmene ev sahipliği yapmakta bir o kadar Suriyeli savaş mağduruna Suriye topraklarında oluşturduğu güvenli bölgelerde yaşama dair her türlü hizmeti büyük titizlikle yapmaktadır. Bu gelişmeler ışığında Türkiye bir yanda silah üretimini geliştirmekte (milli ve yerli üretim…İHA/SİHA/Zırhlı Personel Taşıyıcılar/ Helikopter/ Tank/ Obüs/ her türlü mühimmat…) diğer yanda hem ihracatını hem de ihtiyaca binaen ithalatını artırmaktadır. İlginç ve düşündürücü olan konu sözde dünya barışın sağlanmasından sorumlu olan BMGK’nın beş daimî üyesinin aynı zamanda dünyadaki silah ticaretini elinde bulunduran ilk altı ülke içerisinde yer almasıdır. Görevi dünya barışı olan bu oluşumun barış yerine savaşa evet dediği net bir şekilde ortadadır. Savaş olmalı ki ürettikleri silahların bir an önce satılması gerekir…Kısacası BMGK daimî üyeleri Ortadoğu’dan akan petrole karşılık silah satmaktadır. Ve ne yazık ki satılan bu silahlar yine bu coğrafyada kullanılarak insani felaketlere yol açmaktadır. Bundan dolayı büyük çıkar grupları, elbette Ortadoğu’da istikrarsızlığın devam etmesinden yana olacaklardır. Bugün Suriye, Yemen, Irak ve Libya’daki çatışma ortamlarının sona erdirilmeyip her geçen gün yayılması hem Ortadoğu ülkelerinin hem de komşu ülkelerinin silahlanmaya daha fazla bütçe ayırmasına yol açacaktır. Ve bu şekilde çıkar grupları cebini doldururken Ortadoğu halkları her an ölüm ve zulmün gölgesinde yaşamaya devam etmektedir.