Her sabah kalkıyoruz, haberler malum: bir şeylere yine zam gelmiş. Su faturası desen kabarmış, yumurta desen altın gibi olmuş, ev kiraları desen el yakıyor. İnsan neye şaşırsın, neye alışsın bilemiyor. Hele bir de Malatya gibi afet sonrası yeniden ayağa kalkmaya çalışan bir şehirde yaşıyorsanız, bu yük iki kat ağır.
Peki, neden böyle oldu? Ekonomiden anlayanlar uzun uzun anlatıyor; küresel krizmiş, dövizmiş, maliyet artışlarıymış... Ama mutfakta çorba kaynamadığında, bu terimlerin pek de anlamı kalmıyor. Bir de herkesin dilinde aynı teselli: "Azıcık daha sabır." İyi de bu sabır, ne zaman meyve verecek? Çocuk okuldan süt istiyor, komşu elektriği ödeyememekten dert yanıyor, sabırla mı doyacağız?
İşin kötüsü, insanlar artık çözüm aramayı bırakıp durumla dalga geçmeye başladı. Mesela sosyal medyada gördüm:
"Artık maaşı TL, harcamaları altın ya da dolarla yapıyoruz" diye yazmış biri. İroni bir yana, maalesef gerçek bu. Çalışıyorsunuz, didiniyorsunuz, ama aldığınız para yetmiyor. Bir de üzerine "israf etmeyin" uyarıları eklenince, insan gülmekle ağlamak arasında kalıyor.
Ama işin bir de umut kısmı var. Biz bu topraklarda neler atlattık. Depremi gördük, yokluğu yaşadık, ama hep bir şekilde ayağa kalkmayı başardık. Bugün de bir yolunu bulacağız. Belki daha fazla dayanışma ile, belki daha fazla sorgulayarak... Ama ne yaparsak yapalım, artık sadece sabretmekle yetinmek yok. Haklarımızı bilmek, sesimizi duyurmak, çözüm talep etmek zorundayız.
Son olarak, Malatya özelinde söyleyeyim, evet, yeniden yapılanıyoruz. Ama bu süreçte unutmamalıyız ki insanlar sadece betonla değil, umutla da ayakta kalır. Belediyelerin, hükümetin ve tüm sorumluların bunu hatırlaması gerek. Çünkü kimse sadece duvarlar arasında sıkışıp kalmak istemiyor; insanca yaşamak, insanca umut etmek istiyor.
Bugün birilerinin çorbası tuzluysa, yarın hepimiz aynı tastan içeceğiz. Bunu unutmayalım.