SORUMLULUK

Bir anne veya babaya; “çocuğunuzun nasıl olmasını istersiniz”, diye sorulduğunda alınan cevaplar üç aşağı beş yukarı aynıdır. Sağlıklı olsun, kişilik sahibi olsun, başarılı ve uyumlu olsun, mutluğu yakalamayı bilsin ve mutlu olsun…

Peki, ebeveynler bu ideal insan tanımına yakın kişilikte olmasını istedikleri evlâtlarını yetiştirebilmek için onlara küçük yaşlardan itibaren hangi değerleri kazandırmalılar? Sanırım hangi anne ve babaya yönetilse bu soru bir sürü erdemi artarda sıralar: Çocuklarını inançla, sevgiyle, hoşgörüyle, fedakârlıkla, güven duygusu ile bezemeye çalıştıklarını; insan ilişkilerde seviyeli davranan, iyilik yapan; hak hukuk gözeten; ancak kendi haklarını da korumasını bilen bir kişilikte yetişmesi için ellerinden gelen bütün gayreti seferber ettiklerini söylerler. Elbette ki ebeveynlerin çocukları için istedikleri bütün bu değerler, çocukların iyi yetişmesinin ve mutlu bir hayat sürmesinin olmazsa olmazlarıdır. Bu temel değerlerin gerçekleşmesinin anahtarı ise sorumluluk duygusuna sahip olmaktır.
Sorumluluk… Her gün yüzlerce defa duyarız bu sözü değil mi? Sorumluluğunu bilen insan, yönetenlerin sorumluluğu, öğrencinin sorumluluğu, öğretmenlerin sorumlulukları, ana babaya düşen sorumluluk, okula ve devlete düşen sorumluluk, işverenin sorumluluğu, işçinin sorumluluğu… Ailede, sokakta, okulda, işte iş yerinde sorumluluk, bireysel sorumluluk, kolektif sorumluluk… Uzatın uzatabileceğiniz kadar... Peki, nedir eskilerin mesuliyet adını verdikleri sorumluluk? Bir kimsenin üstüne aldığı, yapmak zorunda bulunduğu ya da yaptığı bir iş için gerektiğinde hesap verme durumudur. Sorumluluk, başkalarının haklarına saygı gösterirken kendi davranışının sonuçlarına sahip çıkabilmektir.
Bu erdemi hangi yaşta kazanır insan, diye soracak olursan; kendini tanımaya başladığı yaşta, derim. Yaradan insanı âkıl sahibi kılmış, âkıl sahibi oluşundan dolayı ona birtakım sorumluluklar yüklemiştir. İnsana bahşedilen bu iradeyi cüziye ve seçme hakkı karşılığında da insan, yaptığı ve yapacağı işlerden sorumlu tutulmuştur. Kişiler, sorumluluk alanlarına giren konularda kararları kendileri verirler. Karar verirken ellerindeki imkânları ve akıllarını kullanarak yapacakların işlerin getirisini, götürüsünü, sonucunu iyi hesap etmeleri gerekir. Kendi haklarını korurken başkalarının haklarına da özel önem göstermeleri gerekir.
İnsanların mevki, makam; mal ve servet sahibi olmaları ölçüsünde görev ve sorumlulukları artar. Görev ve sorumluluk birbiri ile ilişkili olan kavramlardır. Ödevin yerine getirilmesi veya görevin ifa edilmesi için kişi veya kişiler sorumluluk bilincini taşımalıdırlar. Sorumluluk, görevin yerine getirilmesinde en elzem duygudur. Bu duyguyu küçüğünden büyüğüne herkes kazanmalı, herkes duymalı. Kazanmak ve duymak için de anneler, babalar, öğretmenler ve de çocuğun özeneceği, kendisi ile özleştireceği her kişi sorumluluğunu bilmeli ve o doğrultuda hareket etmelidir.
Gelin isterseniz insanda olması gereken bu temel duyguyu yaşanmış bir olayla somutlaştıralım. Osmanlı devletinin ilk şeyhülislamı Molla Fenari (1350-1431) Şeyhülislamlık makamına getirilmeden önce Bursa kadısı olarak görev yapmaktadır. Molla Fenari’nin kadı olarak Bursa’da görev yaptığı zaman içerisinde adamın biri pazardan bir at satın alır. Parasını öder; ancak alışverişin hemen ardından atın hasta olduğunu fark eder. Geri vermek ister; ama atı satan adam, atın hasta olduğunu kabul etmez; atı geri almadığı gibi zorluk da çıkarır. Adam, atı da yanına alarak kadıya gider. Amacı sıcağı sıcağına resmi kanaldan bu haksızlığın önüne geçmektir. Adam, kadıyı (Molla Fenari’yi) makamında bulamaz. Bir sonraki gün tekrardan kadıya gelmek üzere atı alarak evine gider. At, o gece ölür. Adam, ertesi gün olanları kadı Molla Fenari’ye anlatır. Mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sorar. Molla Fenari: “Senin zararını ben ödeyeceğim”, der. Adam hayretle kadıya bakar; “niçin siz ödeyesiniz, bu işte hiçbir ilginiz ve suçunuz yok ki…” der. Molla Fenari:“Evet öyle görünüyor; ama aslında benim suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim. At da sahibinin elinde ölmüş olurdu. Bu imkân, şimdilik yok olmuştur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararını ben ödeyeceğim” der ve ata ödediği parayı adama verir.
İnsan; “yalnızca yaptıklarından değil, yapmadıklarından da sorumludur.” Unutulmasın ki sorumluluktan kaçmak; öncelikle insanın kendi kendisine ihanetidir.