1900’lere kadar edebiyatımızda Ümmet çeşnisi devam etti. Uluslaşma, Yeni Lisan ve Milli Edebiyat hareketi ile tamamlanabilmiştir. Cumhuriyet döneminde de benimsenen bu anlayış sayesinde inkılaplar tamamlanmaya Türklerin milli bir edebiyatı oluşmaya başlamış, edebiyatın millileşmesi ve dilin sadeleşmesi günümüze kadar sürmüştür.
Bugün Nobel ödüllü bir edebiyata sahibiz. Türkiye’de rönesansı başlatan isimler arasında anılan Fikret, dilde, sanatta, yaşamda ve ahlakta bazı yenilikler getirmek için uğraşmış bir aydınımızdır. Romantizm akımı sadece Avrupa ülkelerini değil Türkleri de etkiledi. Milli edebiyatçılar da başta Gökalp olmak üzere Türk rönesansına katkıda bulundular.
Cumhuriyet döneminde Türk rönesansını gerçekleştiren devlet adamlarının başında Atatürk gelmektedir. Cumhuriyetimiz ise, nice badireler atlatarak 100. Yılına koşuyor. Eşref Edib’in bundan 80 yıl önce yayımlanmış bir eseri var: Pembe Kitap, Tevfik Fikret’i Beş Cepheden 40 Muharririn Tenkitleri adıyla hazırlanmış. Küçük kitap, Fikret’in sanatçılığı, ahlakı, vatan ve millet cephesi, Fikir cephesi, iman ve akidesi açısından beş bölüm 89 başlıktan oluşuyor.
Şairi yargılayanlar bu konudaki itirazlarını belirtmişler. Günümüzde Fikret’e itirazlar 100’e ulaşmıştır belki. Ziya Gökalp gibi olumlu yanlarını ön plana çıkararak onu rönesansın öncüsü olarak kabul eden kişiler de bulunmaktadır. Gökalp’ın 1917’de Fikret’in ölümünün ikinci yıldönümünde yayımladığı bu yazıyı, Eşref Edib’in görmediği veya dikkate almadığı anlaşılıyor. Eşref Edip konumuzla ilgili diğer kitabında ise, İstiklal Marşı ile Tarih-i Kadim’i karşılaştırarak Kurtuluş Savaşının kaynağının hangisi olduğunu sorguluyor. Fikret’in şiiri bu karşılaştırmada geride kalıyor elbette. Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp 50 yaşın altında Cumhuriyetten önce aramızdan ayrılan edebiyatçı aydınlardır. Ortak görüşler de taşıyorlar, ayrı görüşler de.
Cumhuriyeti sadece 1924’te ölen Gökalp gördü. Fikret’in dinsizliği-dindarlığı tartışmasını 100 yıl önce ilk başlatanlar Ahmet Naim Hoca ile Rıza Tevfik Bölükbaşı’dır. Daha sonra da devam eden Akif-Fikret tartışması bunun bir parçasıdır. Konunun ayrıntıları ve metinleri, Rıza Tevfik’in (1945, 2005) ve İsmail Ertaylan’ın Tevfik Fikret (1963)'nde vardır. 1972’de ise, Hikmet Tanyu, Tevfik Fikret ve Din konusundaki kitabıyla şair ve çevresindekileri yeniden gündeme getirdi.
Haluk son vedaını da bu tartışmalar sırasında etti. 1967’de aramızdan ayrıldı. Aydınlarımızın bazıları Fikret’i rönesansın öncüsü olarak görürken bazıları da onu Tarih-i Kadim’den dolayı ateist veya deist sayıyorlar. İnkılap ruhunu ondan aldım diyen Atatürk, aslında Fikret’i yüceltiyor. Gazi’nin daha sonraları neden Fikret’e sahip çıkmadığı da tartışılabilir. Ancak, harf inkılabı yıllarından itibaren Fikret’e, düşüncelerine, eserlerine ve Aşiyanı’na en çok sahip çıkanlar, Akif’i ihmal eden onu mürteci olarak gören CHP’liler olmuştur. Hasan Ali Yücel, 1928’de Tarih-i Kadim’i Latin harfleriyle yeniden yayımlamıştır.