Bakıp “kot” minare dedik. Şerefesinin ne zaman yıkıldığı bilinmiyor, bazıları

“R A B I T A"

Şöyle bir soru soruldu Allah Resulüne (s.a.v.): “Devemin yularını bağlasam mı Allah’a tevekkül etsem, yoksa sonra mı tevekkül etsem?” Sorunun cevabı: “önce deveni bağla sonra Allah’a tevekkül et!..”

Deve bir misaldir, buna bütün binekler dahil olduğu gibi elden çıkması mümkün olan her şey dahildir, ya insanın kendisi, ya da “kalbi” öyle başı boş mu bırakılmalı, bir yere bağlanmalı değil mi?

Bağlanmazsa onu başkaları çalmaz mı, kendi başına kalsa yol bilmez, iz sürmez, önündeki uçurumu görmezse düşmez mi “esfel-i safiline?”

Kendisini o çukura itmeye çalışan “öz nefsini” deve misali niçin önce bağlayıp sonra Allah’a tevekkül etmeyi düşünmez, bilmez mi öz nefsi yalnızlıktan hoşlanmıyor.

Nefsi kendisine dost arıyor, arkadaş arıyor ve “iblis” aldığı her nefeste ona arkadaşlık teklif ediyor, kulağına fısıldayıp duruyor: “Hayatını yaşa, daha çok gençsin, yaşlandığında bağlanacak bir yer bulursun!”

Aldanıyor bu sözlere ve burada yaşamayı kendisine “müktesep hak” sanıyor, bilmiyor ki dünya denilen eve “kiracı” olarak gelmiş, ev sahibi her an kendisini kapı dışarı edebilir…

NE BİLSİN?

“Kalbin” başkaları tarafından çalınacağına ihtimal vermeyen ne bilsin, en sağlam ipin “Allah’ın ipi” olduğunu ne bilsin, bir bilenin eşiğine baş koymanın gerektiğini ne bilsin?

NASUH PAŞA CAMİİ DİYARBEKİRDEKİ ON ALT TANE MİNARELİ CAMİDEN BİRİDİR.

Yıllarca biz bu caminin şerefesi olmayan minaresine yıldırım çarpmış” derken bazıları “top mermisi isabet etmiş” der, Diyarbekir valilerinden Nasuh paşa tarafından inşa edilen caminin hemen yanında bir kabristan bulunmaktadır.

sahabeler camisi ile bıyıklı Mehmet paşa camii arasında bulunan bu tarihi mabet restore edildi, haliyle minarenin şerefesi de yenilendi..

İÇ MEKAN

Sur çindeki evimizin yakınında idi, bazı zamanlar gider, namaz kılardım, restore edildiğinde gittiğimde gördüm ki kubbesinin içine sanki küçük testiler yerleştirilmişti, onarımı yapan ustaya: “bunlar nedir? Diye sordum bana: “bunlar cami içindeki kandillerin yağının biriktiği kutulardır, hattatlar “ahar” dedikleri o yağı kullanarak yazarlar” dedi.

yine bur cuma günü namaza gittiğim bu caminin kapısının önünde hiç dilenci görmedim, oysa camilerin kapısı önünde dilenci görmeye alışkın olğumuz için hayret etmiştim, sonra düşündüğümde anladım ki bu caminin cemaati zaten hepten fakir, böyle olunca haliyle Nasuh paşa camiinin kapısı önünde dilenci bulunmaz..

İstanbul’a gidenler görmüşlerdir Ayasofya Camii ile sultan Ahmet Camii arasındaki güzelliği, bu iki mabet çevre düzenlemesi yapılarak adeta birleştirilmiş, ne kadar güzel olur değil mi Diyarbekir’de de sahabeler camisi le kurşunlu cami arasında çevre düzenlemesi yapılarak bu iki kadim mabedin birlikte görüntülenmesi, ziyaret edilmesi? Böylece nasuh paşa camii de yalnızlıktan kurtulmuş olur.

BERHUDAR OLASINIZ, ÖMRÜNÜZE BEREKET SEVGİLİ OKRLARIM