Bundan on üç sene kadar önce telefonum çaldı. Kendisinin TRT İzmir Televizyonun program yapımcısı olduğunu, adının Gülgün Yetik Eryüksel olduğunu, Fahri Kayahan hakkında bir belgesel hazırlayacaklarını, benim de program danışmanı olup olamayacağımı sordu. Ben de memnuniyetle kabul ettim. Hazırlıklarıma başladım. Fahri Kayahan’ın okunan okunmayan, çalınan çalınmayan tüm eserlerini sözlerini ve türkülerin müziği ile belge ve bilgilerini hazırlayarak kendisine verdim. Beraber Malatya’ya gittik. Bir hafta kadar bilgi belge topladık. Ama peşinen söyleyeyim ki o bilgi ve belgelerin belgeselde onda biri bile kullanmamıştı. Belgeseli izleyince çok üzüldüm ve sinirlendim. Kendisini arayarak sitem ettim. Yanlış bir şey yaparak tazminat davası ile karşılaşmamak için bu yola gittiğini söyledi. Bir de videolar ve resimler hiç iyi çekilmemişti.
Ne ise başınızı fazla ağrıtmayayım vardık Malatya’ya, Soluğu Celal Yalvaç beyde aldık. Onda bu konuda bilgi ve belge bulunduğunu biliyorduk.
Malatya’lı Fahri’nin film aktörlüğü olduğu gibi film senaryoları yazma konusunda da merakı vardı. Senaryoların aslı Celal Beyde idi. Bu senaryoları istedik. “veririm amma velakin ilk iki sayfasının fotokopisini veririm” dedi. Ona da razı olduk. İlk iki sayfanın fotokopilerden bir nüsha fazla yaptırarak katlayıp cebime koydum. Yani hırsızlık yaptım. Yapımcı Gülgün Yetik Eryüksel, Fahri Kayahan’ın senaryo yazarlığından bahsetmediği gibi bu belgeye de dokunmadı. Ne ise şimdi yayınlayayım da yüregim soğuya. Eserin adı “Sarı kordela” Olay Malatya’da geçmektedir. Biliyorsunuz Fahri Kayahan’ın sarı kurdele isimli eseri meşhurdur. Fakat o eseri yazarken “sarı kordela” demiş.
SARI KORDELA
“Bugün kasaba fevkalâde günlerinden birini yaşıyordu. Halk türküleri koro heyeti halk kulübü salonlarında ilk konserini verecekti. Kasabanın münevver ve sanatsever ailelerinden davetli olanlar semt semt bu konsere taşınıyorlardı...
Zehra’nın evi. Zehra annesi Hatice ile konsere gidip gitmeme münakaşası yapmaktadırlar.
(Bir evin terası yahut bir bahçenin duvarı,çardağı)
Zehra – Fahri davetiyeyi getirdiği gün söz verdin anne. Bugün gitmezsek fena olur. Bak bütün Malatya oraya akın ediyor.
(Sokakta gençlerin, halkın, çocukların yürüyüşü)
Hatice- Teyzenin oğlunu kırmak istemezdim, söz verdim. Benim gibi dört misafirin karşısına çıkmaktan bile sıkılan bir eski zaman kadını, üstelik dul da olursa, öyle yüzlerce yabancının arasına nasıl karışır? Bunun için gidemeyeceğim.
Zehra- Hem kırılmasın diye söz verdin,hem de gitmiyorsun. Fahri, seni, beni görmeyince kırılmaz mı sanki ?
Hatice- Beni görmeyince kırılacağını pek ummuyorum ama seni görmezse...Orasını Allah bilir.
Zehra- Yoo, Hatice teyzesi ile kızı arasında bir fark gözetmez, teyzemin oğlu anneme elbet benden daha yakındır.
Hatice- Bugün dediğin gibi yarın onun sana benden daha yakın olmayacağını kim temin eder ? Fahri’nin annesi ile senin hakkında konuştuklarımızdan haberin yok gibi söylüyorsun.
Zehra- Ben onu bunu bilmem, yalnız bir sözle gönlünü aldığın bir çocuğun bu hareketinle kalbini kırdığını biliyorum. Halbuki ilk konserde kendini göstermek için o kadar çalıştı ki. Onun muvaffakiyetini alkışlayanların içinde bizi de görürse kat kat bahtiyar olacak.
Hatice- Kızım, sen onun muvaffakiyetini hesaba katıyorsun da benim o kalabalıkta çekeceğim azabı niçin aklına getirmiyorsun ? Fahri, kız kardeşimin oğlu değil mi ? ben ona sazını burada da çaldırırım, türküsünü burada da dinlerim, kendisini burada da alkışlarım.
Zehra- Ah babasız kalmak ne acı bir şey.
Hatice- Ondan daha beteri kocasız kalmaktır kızım. Sen babanı ancak düğün derneğe giderken yanı başında ararsın. Ben kocamı yalnız sevincime değil, derdime ortak olsun diye her gün, her saat özlerim. Şimdi konser gününde böyle acı sözlere ne lüzum var? Ben sana gitme diyor muyum? Hizmetçilerden beğendiğini al beraber götür.
Zehra- Konser hakkında hizmetçi ile mi görüşeceğim?
Hatice- Arkadaşların yok mu? Onlardan birini bulamaz mısın?
Zehra- Sahi, iyi ki akıl ettin anne.(Boynuna sarılarak) Bunu hiç düşünmemiştim, Fahriye’yi alır giderim.
Hatice- Fahriye’yi mi? Hani, şu sarı kordelalı esmer güzeli. “ Senaryo bu emvalde sürüp gider.
Fahri Kayahan “Bülbül” adlı senaryosunda ise İstanbul ile İzmit arasında meydana gelen bir olayı anlatmaktadır. Fahri’nin yazdığı bir diğer senaryo “Halkalı Küpe” diğer adı ile “Avni ile Meleke’dir.” Senaryo; 1944 senesinde Elazığ’ın Palu Kazasında geçen bir aşk hikâyesini anlatmaktadır.
Ondan sonra soluğu Fahri Kayahan’ın arkadaşı Mustafa Kılıçaslan’ın oğlu rahmetli İlhan Kılıçaslan’ın bürosunda aldık. Fahri Kayahan’ın Malatya’ya bir konser için geldiğini, Hürriyet Parkında konser verdiğini, kendilerini özel olarak davet ettiğini babasının da kendisini alarak konsere gittiklerini anlatmıştı. Bu anlatım ile o vahim olaydan sonra Fahri Kayahan’ın hiç Malatya’ya gelmediği, Trenle Malatya’dan geçerken gözlerini kapattığı tezi de çürümüş olmaktadır. Yapımcı bu belgeyi de pas geçmiş.
Diğer bir mesele: Ufuk Erbaş. Ufuk Erbaş ile Fahri Kayahan bir sahneyi paylaşmışlar. Üstadın müzik yönünü çok iyi bilmektedir. Onun ile de çekim yaptık. Fahri Kayahan’ı anlattı, Kernek’te Ufuk Erbaş Fahri Kayahan’dan bir kaç türkü söyledi. Ufuk hocam belgeseli izlemiş ki, belgeselde kendisi yok. Buz gibi olmuş. Yapımcıya telefon açarak onu bir güzel haşlamış. Ben de neden Ufuk Erbaş’ın okuduğu türküleri ve anlatımı yayınlamadın diye yapımcıya sorduğum da “ Müzikteki sesin Ufuk Erbaş’ın gençliğine ait olduğunu ve şimdiki durumuna uygun olmadığını söylemişti. Ya söyleşi, dediğimde, ona bir cevap verememişti.
Gelelim Mehmet Balkış meselesine. Mehmet Balkış biliyorsunuz Malatya müziğine hizmet etmeyi arzulayan ve bu uğurda çaba gösteren bir hemşehrimiz ve MESD in de başkanı. Fahri’den birkaç türkü okuyacaklar, Malatya folklor ekibi de oynayacaktı. Malatya’nın Nostaljik bir kahvesinde buluştuk. Ancak Gülgün Hanım belgeselde müziğe fazla yer vermek istemiyor,özellikle de telif ücreti ile baş başa kalmak istemediğinden dolayı TRT repertuarında olmayan türkülerden şiddetle kaçınıyordu. Yemekten sonra çekimlere başlanacakken Mehmet Balkış ile yapımcı ekip arasında tartışma çıktı. Mehmet Balkış; biz konu mankeni miyiz? diyordu. Araya girdik ama bir türlü çözüm bulamadık. Tartışma alevlendi ve olaya nokta kondu. Doğru dürüst çekim yapamadık.
Bu bakımdan emeklerimizin bir çoğu belgeselde yer almadı, belgesel kuşa döndü. Gülgün hanımdan ve İzmir Televizyonundan istememe rağmen çekim kayıtlarını temin edemedim. Ama bu kayıtlar halen TRT İzmir televizyonunda olmalı. Hoşça kalın, sağlıcakla kalın, selametle kalın.