Malatya’ya ilk kar düştü, şehir bambaşka bir surete büründü. Gri gökyüzünden süzülerek yere inen kar taneleri, bu kadim şehrin yorgun yüzünü nazikçe örttü. Depremin ardından acıyla yoğrulmuş sokaklar, karın beyaz örtüsüyle bir anlığına bile olsa derin bir huzura kavuştu. Sessizlik, kentin hüznünü sarmaladı; kar taneleri ise bu sessizliği umutla doldurdu.
Battalgazi’nin taş sokaklarında biriken kar, sadece geçmişin hatıralarını değil, acıyla örselenen ruhları da kucakladı. Ulu Camii’nin taş kubbesine konan ilk kar taneleri, bu kentin hafızasında biriken acılara karşı bir sabır nişanesi gibiydi. Beydağı’nın yamaçlarından ovaya kadar uzanan beyazlık, Malatya’yı acılarından arındırmak istercesine sessizce şehri sardı.
Henüz yaralarını saramayan binalar, üzerlerini örten karla bir nebze olsun huzura kavuşmuş gibiydi. Bir zamanlar çocuk kahkahalarının yankılandığı sokaklar, şimdi karın sessizce düştüğü birer hüznün sahnesiydi. Kar, bu sessizlik içinde şehre “yeniden başlama” umudu fısıldıyordu.
Şehirdeki kayısı ağaçları, karla birlikte yeni bir zarafete kavuştu. Ama o dallar, bir yandan kaybedilenlerin sessiz ağıtını tutuyordu. Depremde yıkılan evlerin, yitirilen hayatların gölgesinde, bu beyaz örtü geçmişle gelecek arasında bir köprü kuruyordu. Kar, yalnızca toprakları değil, yüreklerdeki çatlakları da örter gibiydi.
Gece çöktüğünde, karın beyazlığı ay ışığını yakaladı ve şehir bir başka hale büründü. Gökyüzünden yere süzülen her kar tanesi, kaybedilenlerin anısına bir dua gibi indi. Malatya’nın bağları, sokakları ve dağları, bu beyaz örtünün altında hem acıyı hem umudu aynı anda taşıyordu.
Ve o gece, Beydağı’ndan şehre bakan bir sessizlik vardı. Bu sessizlik, sadece karın değil, depremin ardından yankılanan derin bir hüznün sessizliğiydi. Ama bu kar yağışı, aynı zamanda yeniden başlamanın, şehrin küllerinden doğmasının da habercisiydi. Malatya, kar altında hem acılarını hem de yarınlara dair umudunu sessizce kucakladı.