Günlük yaşamın hızına yetişmeye başladığımız çoğumuz, sırasında nefes almayı unuturuz. İş, aile, sorumluluklar derken saatler günlere, günlere aylara karışır. Peki, bu hızın içinde kendimizi dinlediğimiz bir anlayabiliyor muyuz? Bu soru, çoğumuzun yüzleşmekten kaçındığı bir sor

İnsanlık türleri hiçbir dönemde bu kadar “meşgul” olmadık. Akıllı telefonlar, e-postalar, sosyal medya bildirimleri... Sürekli bir şeyler yapıyor, büyümeye çalışıyor ve aynı zamanda kendimizi iyi hissetmek için çabalıyoruz. Ama bu çaba, çoğu zaman içimizdeki düzensizliği derinleştiren bir döngüye dönüşüyor. Çünkü durmayı, kendimize dönmeyi ihmal ediyoruz.

Durmak, bir kayıp değil, kazançtır. Ancak sadece fiziksel bir eylemin durması değil; zihinsel ve duygusal bir mola verme halidir. Birkaç dakikalık bile olsa göz genişliğinde derin bir nefes almayı dene. Belki bir kuşun cıvıltısını, rüzgarın salmasını ya da yardım ki bir çocuğun gülmesini fark edersin. Bu an, tüm karmaşıklığın içinde sana ait bir nefes alma alanı…

Durmak, modern dünyada bir lüks gibi algılansa da aslında bir ihtiyaçtır. Duran bir zihin, daha berrak bir şekilde ortaya çıkar. Dinlenen bir beden, daha güçlü olur. En önemlisi, durmak, insanın kendine ait bir iyiliktir. Yaşam hızına kapılıp geçmişteki hatalar ya da değişme kaygılarıyla dolup taşmaktan çok, kalmak mümkün olur.