Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki; duyarsızlık, bananecilik, bireysellik, benden uzak olsun anlayışı gibi içinde korkuların, endişelerin olduğu garip bir dönem. Herkes her şeyi görüyor ve biliyor olmasına rağmen hep doğruyu başkasının söylemesini, doğrular için eylemi, mücadeleyi başkasının yapmasını istiyor. Konuşunca her şeye hak veriyor, örgütlü mücadeleyi savunuyor ama iş üye olmaya geldi mi veya birlikte hak arama işine geldi mi, siz gidin, ben geliyorum kaytarması ortaya çıkıyor.
Sendikaların, derneklerin on binlerce, milyonlarca üye sayıları olmasına rağmen, haklarımız için eylem yapılması gerek kararı alındığında, sayıları onlarla hadi iyimser olalım yüzlerle ifade edilebilecek katılımı ancak oluşturabiliyoruz. İnsanlar o kadar duyarsız, sindirilmiş ve korku içindeler ki, saklanarak, gizlenerek kendilerini korumaya çalışıyorlar.
Birçok insan tarafından bilinen, tarihî bir vaka’yı hatırlayalım isterseniz: “Kanunî Sultan Süleyman, zamanın büyük Türk bilgini Yahya Efendi’ye gönderdiği mektupta, “Bir devlet ne zaman çöker ve sonunda ne olur?” diye sorar. Yahya Efendi’nin cevabı ise oldukça kısadır: “Neme lâzım be Sultanım!” Sultan, bu söze bir anlam veremez, kalkar. Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gider. Sitem dolu bir şekilde “Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!” diyerek, sorusunu tekrar sorar. Yahya Efendi duraklar, “Sultanım, sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim” diye cevap verir. Kanunî “İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “neme lâzım be Sultanım!” demişsiniz. Sanki ‘beni böyle işlere karıştırma’ der gibi bir mana çıkarıyorum” Yahya Efendi bunun üzerine, ibret dolu şu sözleri söyler: “Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlıklar ayyuka çıksa… İşitenler de neme lâzım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayiş ve emniyete vesile olan, itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir.”
Bananecilik sonucunda oluşan istibdat; yani tek bir yöneticinin toplumu baskı altında yönetmesine dayanan düzen, özgürlüklerin kişinin kararına bağlı olduğu bir düzen, ne yazık ki toplumların yok olmasına neden olmaktadır.
‘’Ne kokar, ne bulaşır’’, ‘’Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın’’, ‘’Ağrısız başım, kaygısız aşım’’ Bu günlere kadar gelmiş, söylenmiş atasözlerimiz ve deyimlerimizde bizleri korkutup sindirerek, pasifleştiriyor. Duygu ve düşüncelerimizi köreltip işlemez duruma getiriyor. Böylece insanlar duyarsız, silik, düşüncelerini söylemekten kaçan ve hiçbir şeyle, ilgilenmeyen kişiler topluluğunu oluşturuyor. Yani içeriği boş, sadece sayısal çoğunluktan ibaret bir oluşum. Elazığlıların deyimiyle ‘’bunların alayı kof’’
Bananecilik, egoistlik sadece kendini düşünen insanların yanlış anlayışıdır. Özünde iliğine kadar sindirilmişlik olan bu duygu; ailelerin, toplumların, devletlerin düşünsel zehiridir. Bir an önce bu düşüncelerden, korkulardan uzaklaşıp birlik, beraberlik tohumları ekilmelidir. Toplumsal mücadele oluşturulmalı, sendikalaşma gibi birliktelikler geliştirilmelidir. Ortak değerlerden oluşan ortak paydalarla yan yana gelinmelidir. Unutulmamalıdır ki biz olamadıkça yok olacağız. Ya biz oluruz ya yok oluruz.
Farklı bir bakış acısı ve gündemle 14.06. 2024 Cuma tarihli yazımızda buluşmak ümidiyle… Saygılarımla