Malatya’da çocuğa çağa derler. Çağa tabiri hem bebekleri hem de gençlere verilen mahalli bir tabirdi. Bizim zamanımızın yaşlıları koskocaman olmuş kişilere de çağam diye seslenirdi. Onların gözünde dünkü çocuklar bile her zaman çağa idi.

Çocukluğumuzda Malatya’da öyle ahım şahım oyuncaklar yoktu. Bir iki oyuncağa sahip olmak en büyük mutluluktu. İlkokuldayım daha,Kırkambar’ın önünden geçerken kurmalı bir horoz oyuncağa rastlamıştım. Hiç unutmam rahmetli babamdan bana da bir oyuncak al dedim. Amacım o kurmalı oyuncağı babama aldırtmaktı ama babama doğrudan o horozu al dememiştim. Çağalık işte. Oyuncak satan mağazalara uğruyorduk. Kemal Efe’nin mağazası mı idi, yoksa yanındaki bir mağaza mı idi içeriye girdik. Oyuncaklar ortaya dökülüyordu. Hele de pilli oyuncaklar Türkiye de imal edilemiyor Avrupa’dan geliyordu. Onun için de çok pahalı idi. Bir oyuncak taksi çıkardılar, masada çalıştırmaya başladılar. Taksi gidiyor masanın kenarını hissediyor geri dönüyordu. Babam fiyatını sordu? Müthiş bir fiyat söylediler. O fiyatı şimdi hatırlayamıyorum, herhalde babamın memur maaşının yarısı kadardı. Rahmetli epeyi düşündü yok diyemiyordu, almak istiyordu ama bu oyuncak da bütçesini bayağı sarsacaktı. Epeyi düşündü. O ara nereden geldi aklıma kırk ambardaki horoz aklıma geldi; Malatya şivesi ile;

“Baba bana keken ğoruz al” dedim. Nerede dedi?Kırkambarın yerini biliyordum. Onları oraya kadar götürdüm. Pille çalışan taksiye oranla belki ell kat daha ucuzdu. İşte benim tek oyuncağım “keken ğoruzum oldu” . Otuz yaşıma kadar kurup oynuyordum. Ondan sonra ne oldu bilmiyorum kayıplara karıştı. Oyuncaklarımızı kendimiz yapardık telden araba gibi. Çember sürmek, paytonlarınarkasına kırbaç yeme olasılığının kuvvetli olmasına rağmen asılmaktı. Bu girizgâhtan sonra gelelim Malatya’nın çocuk oyunlarına.

GEÇMİŞTE ÇOCUK İKEN OYNADIĞIMIZ OYUNLAR

Çocukken oynadığımız oyunlar zaman zaman aklıma geliyor amma kurallarını tam olarak hatırlayamıyorum. Malatya’lı arkadaşlarıma da soruyorum. Onlardan da tatmin edici cevaplar alamıyorum. Yeni çocuklar da onların hiç birini oynamıyor. Ama onlar bizim kültürümüzün bir parçası olduğuna göre sembolik te olsa yaşatmalıyız. Bolu dağlarında yürüyüş yaparken koco koca adamlar kendi öz oyunları olan bizim sülü değneğe benzer oyunlarını oynuyorlar, eskiyi yaşıyorlardı. Atilla Kantarcı Bey’in yeni bir kitabı çıkmış. İnşallah tez elden alıp okuyacağım. Geçenlerde sülüdeynek isimli bir yazısını okudum. Çocukluğumuzda oynadığımız oyunları hatırladığım kadarı ile gündeme getirmeye karar verdim.

RAŞİT KISACIK

Değerli kültür adamı, Malatya aşığı Raşit kısacık, kendi olanakları ile sağdan soldan yardım almadan, Malatya ile ilgili epeyi kitap yazmış. Kendisine teşekkürlerimi ve takdirlerimi sunuyorum. Raşit Kıcacık Malatya’nın yöresel kültürü diye bir kitap yazmış, Malatya türküleri ile alakalı bir yazıma da yer vermiş. Bu kitabın üçüncü baskısını bana gönderdi. Kitapta Malatya çocuk oyunlarına da yer vermiş. O kitaptan da faydalanarak çocukluğumuzda oynanan oyunları kuralları ile birlikte gündeme getirmeye çalışacağım, hatırlayamadığım veya şüphe ile baktığım kısımları da belirleyeceğim, yorumlar yapacağım.

DEVELEME(TOPAÇ)

Develemeyi seçmek bir maharet işi idi. Öncelikle develemenin ağacının sağlam olması özellikle de şimşirden olması çok önemliydi. Eğer kavaktan yapılan bir develeme oyuna girse idi iki günde delik deşik olur ıskartaya çıkardı. Develemenin çivisinin çok iyi çakılmış olması, develemenin dengeli olması oyunda başarının temel şartı idi. Yoksa develeme dönerken sağa sola zıplardı. Biz bu tür develemelere leblebici, leblebi topluyu derdik. Dengeli develemeler ise dönerken gelin gibi süzülürdü, adeta çivisinin üzerinde dururdu bu tür dönmeye “uğundu” derdik.

En çok oynadığımız oyunlardandı. Malatya’da çocukken oynadığımız oyunlar toplu oyunlardı, Yani oyunlar en az iki kişi tarafından oynanır, yarışma yapılırdı. Develeme de böyleydi. Develeme iki şekilde çevrilirdi; birisi kaytan çekme, diğeri de kökleme. Kaytan çekme şeklinde develemeyi Malatya’nın kızları oynardı. Kökleme; baş hizasına getirilen develemenin hızla yere çarptırılma şekli idi. Biz erkek çocukların oyunu kökleme şeklinde olurdu.

Her iki oyuncu develemeye kaytanı sarar beraberce yere fırlatır ondan sonra develemeleri avuçlarının içine alır döndürürlerdi. Hangi develeme önce durur ise o develeme yere konurdu. Develeme durmaya yakın sallanmaya başladığında”kafa sallıyı” derdik. Galip gelen develemeci başlardı kökleme ile diğer develemeyi yaralamaya. O kadar alışkanlık kazanmıştık ki; her üç atıştan en az ikisinde develemeyi yaralardık. Malum develemenin ucunda çivisi var. Eğer diğer develemeyi vuramaz isek de vursak da dönen develemeyi avucumuzun içerisine alır yukardan o yerdeki develemenin üzerine bırakırdık. Develemenin avuç içerisine alınma olayı bazen birkaç defa gerçekleşirdi. Kökleme atılan develeme dönmezse( ki biz bu olaya kabak derdik) veya yerdeki develemeyi vurmadan dönen develemeyi avuç içerisine alarak öbür develemeyi yoklayamayan oyuncu yanardı. Bu defa diğer develeme yere yatar yerdeki develemenin oyuncusu köklemeye başlardı…