Ahlakın iktidar ile ilişkisi kadim dönemden beri var olan bir ilişkidir. Eğer iktidar- ahlak ilişkisinde ahlakın sahip olduğu iki iradi yüzden bahsedilecekse, bir yüzünde siyasete dayalı iktidar mutlaka vardır. Değişik bir ifade ile siyaset kavramının ontolojik temeli iktidardır. İktidar bir üründür ama devlet/sivil adlı iki bileşenlidir. Bu iki bileşen de iktidar ahlakının özüdür. Devletleştiğini düşünen iktidar sivile baskın gelip de dengeyi devlet erkinden yana bozmaya karar verince , ahlakiliğini de kaybetmeye başlamıştır. İki alanda sivilin etkisi artınca da ahlakilik yeniden belirir . Ahlak yeniden odağa alındığında ahlaki iktidar da doğal olarak çıktısal ürüne dönüşür.

Buradan denilebilir ki bir iktidar en evvel ahlak temelli sorgulanmaktadır. Bir iktidarın zamanla sosyal alanlara tahakküm etmeye başlaması halinde zaaflarını da ifşa etme sürecine girer. Süreç siyasal kavramları da kötüye dönüştürerek toplumun, toplumsallığın ve birlikteliğin özüne zarar verir. İnsani varoluşların temelinde, adalet başta olma üzere, değerler, ahlaki normlar, farklı düşünce biçimleri, farklı ideoloji ve kültür zenginliği vb yatıyorken bu zemin kayganlaşarak hastalıklı alanlarına yer açar. Bir iktidarın gösterebileceği en kötü zaaf ise dayatmacı iktidara dönüşmesidir. Oysa doğal tolum veya toplumun doğal hali Allah vergisidir. Doğal toplumun doğal ihtiyaçları en çok adalet mekanizmalarından cesaret alır. Adalet sağlayıcı kurumlar ne kadar adil ise doğal toplum da o denli sağlamdır ve güvendedir. Doğal toplum halini “toplumsal fıtrat” olarak niteleyecek olursak, “toplumsal fıtrat” adalet başta olmak üzere, ahlaki tüm toplam iyiyle bağlantılı kalma denge durumunda korunabilir. Devlet/ sivil ikilisi doğal olanın sivil alana dönük bir yüzüne ayrıca özenli ise, bu durumda da toplumsal fıtrat adalet duygusunu geliştirir.

Önemli hususlardan birisi de, iktidarda ahlaki erozyon belirtileri oluştuğunda sivilin refleksinin ne yönde olduğudur. Kavramsal özelliğinden ötürü kader ve iktidar aynı kökten beslenmektedir. İktidar kötü bir kader olmaya adım attığında sivilin bu kadere tepkisinin, bir başka ifade ile kötü öznenin ifşasının gücü toplumsal fıtratı korumanın da garantisidir. Çünkü toplumsal fıtrat; belli bir düzenin, dengenin ve değişimin de doğal zeminidir. Ahlaki erozyonu, güç kullanarak veya baskı unsurları oluşturarak sürdürmeye ısrarlı bir iktidar propaganda araçlarını tek elde toplama karakteristiğinde bir iştah gösterdiğinden sivilin sahip olduğu “kendiliğinden itiraz” potansiyeli yara alabilmektedir. Ahlak ile sorunlu iktidar bu yüzden en evvel dayatmacı kodlarını sağlama alır. Halkın propaganda araçları üzerinden ahlaksızlaştırılması kolay değildir. Gücü sınırsız bir isteğe dönüştürme arzusu halkın karşısına çıkan Firavun’da en net haliyle kendini ifade etmektedir. Halkın karşısına çıkan Firavun, Musa’dan bahisle: “Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de o Rabbine yalvarıp-yakarıversin Çünkü ben, (onun) sizin dininizi değiştirmesinden, ya da yeryüzünü fesada vermesinden korkuyorum.” (Mu’min Suresi-26)

Firavun’a özenen her ahlaksız otorite kendi otoritesinin halka dayandığı, halktan destek aldığı ve yasal düzenin sahibinin aslında halkın kendisi olduğu yönündeki tezini propaganda araçları üzerinden verme söyleminden asla vazgeçmez. Sivil bir zeminden toplumsal fıtratın korunması yönünde yükselen her itiraz, ahlaksız otorite açısından, “halk otoritesini tehlikeye koyan bozgunculuk, fitne ve bölücülük ” hükmündedir. Sivil alan güçlenmez de sivilin ve hakkın safları zayıflarsa sivilden kopuşlar olur, zaaflar derinleşir. Neticede de güç, güçlü ve güçlünün iktidarı kutsanarak “zalim halka dönüşme başlar” .Kur’an bunu “bir yerleşke halkının zalimleşmesi” diye tanımlar. Zulmün parçası olma, haksızlığa omuz verme… Böylesi bir durumda kutuplaşma güçlenerek zalimlik potansiyelini de arttıran tarafın elini güçlendirir. Zamanında eleştirel tavrını ortaya koyamayan kitlelerin, ahlak sınavında, değerleri kayba götüren ve en başta da adaletin yürürlükte olmasına zarar veren hallerinden geri dönüşü artık zorlaşmıştır. Toplumun; kendini, değerler yönünde, yeniden değişim aşamalarına sokacağı zamana kadar ahlak sınavını verememiş iktidarın parçası, bileşeni olma hali devam eder.

Ahlak sınavında yüzleşme iktidarı kötü kadere dönüştürmüş, halk da, kendi bozuk kaderinin sahibi olarak, kendi eliyle iktidarı güçlendirmiştir.

Netice itibariyle iktidar-ahlak ile ilintili tüm sınavlarda, daralan sivil alandan yükselecek cılız sesler, itirazlar, tavır ve tutumlar “ahlakilik” için bu yüzden çok ama çok değerli çabalardır.