...Ahmet Çelebi ve şakirtlerinin yaptıkları boroşlar, gerdanlıklar, murassa kılıçlar, müzeyyen hançerler ve türlü türlü mücevherat, süslü avizeler, aynalar hep ketenciler çarşısındaki dükkanlarda bulunurdu..”
Dikkatleri çekmek istiyorum Diyarbakır’ın o günlerdeki kuyumculuk sanatına ve ustalarına, ne diyor, Ahmet Çelebi diyor, şakirtleri yani çırakları diyor ve bunların ustalıklarını anlatmaya çalışıyor okuduğumuz tarih bilgileri, o tarihlerde “gayrimüslimler” bu şehirde yok mu idi, vardı elbette ama kuyumculuk sanatında “Ahmet Çelebi” nin adı okunuyordu..
Tarihi öğrenmeyi sürdürelim: “...978’de Hasan Paşa Diyarbekir Valiliğinden ayrılmış, yerine dünyanın en birinci zenginlerinden olan “Özdemiroğlu Osman Paşa” tayin olunmuştu, nihayet yüzbinlerce lira sarfiyle tamam yedi senede biten binanın “Hasan Paşa Hanı”nın hizmete açılması merasimini Osman Paşa yapmış ve kuyumcular reisliğine Ahmet Çelebi getirilmiştir. (982) tarihli kitabe hanın büyük kapısı cephesinde bulunuyor...
...Bu esnada Osman Paşa Diyarbekir Valiliğinden ayrıldı, yerine (Derviş Paşa geldi Sokullu hanedanındandı) Hasan Paşanın amcası oğlu idi, bu arada İran Seferi çıkmış ve Sokullu Hasan Paşa’da sefere memur olarak Diyarbekir’e gelmişti, Ahmet Çelebi’nin kendisine sunduğu mücevheratta gördüğü San’at kudretine hayran kalmıştı.
...Bu müddet zarfında Ahmet Çelebiye yakut, mücevher, lail, zebercet ve altın-gümüşe dair bir çok sanatlı işler ısmarlamıştı. Paşanın yaptırdığı bu mücevheratta en kıymetlisi (Kahibişit) ismindeki serir ile (Ravzaibihişt) adındaki irem bahçesinin benzeri idi..
Konuya giriş yaparken tarihi biraz aralayarak bu şehirdeki bazı sanatlardan özellikle kuyumculuk sanatından ve kısaca da “sarraf”lıktan söz etmiş adını altın harflerle Diyarbekir tarihine yazdırmış bir usta olan “Ahmet Çelebi”yi anmıştık, bunu yaparken de amacımızın “tarihi” anlatmak olmadığını, bu sanatların bir zamanlar “müslümanlar” tarafından nasıl ustaca icra edildiğini belirtmek olduğunu ısrarla vurgulamıştık,
Yakın tarihte diğer sanat dallarında olduğu gibi kuyumculukta da bu şehirde “gayrimüslim” ustaların yaşadığını da inkar etmiyor, kabul ediyoruz ama, bu mesleğin çok ötelerden müslümanların eliyle geldiğini de vurgulamaya çalışıyoruz, devam ederek bitirmek istediğimiz konunun devamı tarihi kaynaklarda şöyledir:
“...Ahmet Çelebi bütün kuyumcu ustalarını ve yetiştirdiği şakirtleri başına toplayarak her birine kudret ve maharetine göre işler vermiş, en zarif sanat işlerini de kendisi deruhte ederek iki eşsiz eseri on senede bitirmiştir.
Bu eserlerde yapraklarına, damarlarına, yemişlerin kabuk ve içlerine varıncaya kadar öyle bedii bir surette nakşeylemiş idi ki, masnu olduğunu (sanat eseri) bilmeyen bir adam ansızın görünen yemişi koparmak hevesine düşebilirdi..