Abdulharap Gölü, tabanından kaynayan pınarlar ve Beydağı’ndan akan kar suları ile derelerden beslenir. Yeşilyurt ilçesinin güneyinde bulunan Abdulharap (Altıharap) Çayı da göle akar. Günümüzde gölün üzerine yapılan Çat Barajı, Yeşilyurt ilçemizin hudutları içinde olan Çerkez Yazısı’nı sulayarak Malatya’ya bereket sunar. İki dağın arasında kalan sazlık ve bataklık ile yer yer gölcüklerden oluşan bu alanın vaktiyle büyük bir köy olduğu söylenir ve bu söylenti bir efsaneden ileri gelmektedir.
Efsaneye göre, yıllar önce yaşlı bir yolcu, Abdulharap tarafında omuzunda erzak heybesi ile yol almaktadır. Yolcu elinde iğde dalından yapılmış uzunca bir değneği olduğu hâlde akşama kadar yürür durur. Yorgun argın bir köye ulaşır. Oldukça acıkmıştır ve yanındaki azığı da tükenmiştir. Yolcu da uzun sakalını sıvazlayarak önüne çıkan ilk kapıyı çalar. Ev sahibi kapıya çıkar. Yolcu, “Tanrı misafiriyim. Bu gecelik misafir kabul eder misin?” der. Ancak kapı yüzüne kapanır. Yaşlı adam şaşkına döner. Böyle bir şeyle karşılaşacağını hiç tahmin etmemiştir. Bir sonraki evin kapısını tıklatır. O evden de, “Yerimiz kendimize göre, yatağımız yorganımız yok,” derler. “İnsanlar nasıl bu hâle gelmiş?” diye mırıldanarak bir başka evin kapısını çalar. Bu ev, şu ev derken köyün bütün evlerinin kapısını tıklatır ama nafile, gecenin o vaktinde yaşlı yolcuyu misafir edecek bir Allah’ın kulu bulamaz. Çaresiz gece yola devam etmek niyetindeyken köyün çıkışındaki tepenin üzerinde küçük bir ev fark eder. Şansını son kez denemek için köyün çobanına ait olan evin kapısına varır. Ürkek ürkek üç defa tokmağı vurur. Kapıya çıkan çoban yolcuyu evine buyur eder. Önce yolcunun karnını doyurur, sonra yere bir döşek atıp orada uyumasını sağlar.
Yaşlı adam daha yastığa başını koyar koymaz rahat bir uykuya dalar. Şafak sökünce çobanı uyandırmadan sessizce tekrar yola koyulur. Çoban sabah uyandığında evde kimseyi bulamaz. Yaşlı adamın çoktan yoluna gittiğini anlar. Çoban hayıflanır, uyanmadığı için kendini suçlar ama olan olmuştur artık. O gün sabahtan önce günlük güneşlik bir hava hâkimken ne olduysa köyün üstünü karabulutlar kaplar. Öyle ki bir anda sanki akşam karanlığı çöker. Göz gözü görmez olur. Ardından gök gürültüleri ve şimşekler çakar köyün üzerine. Peşi sıra, gök delinmiş gibi sağanak bir yağmur yağmaya başlar. Köyün ahalisi ne yapacağını bilemez. Yağmura hazırlıksız yakalanıp evlerine kapanırlar. Yağmurdan korunurlar korunmasına ama ardı kesilmeyen yağmur köyü sel felaketine uğratır. Yamaçlardan gelen sel köyün bütün evlerini suların altında bırakır. Köyden eser kalmaz ancak bu sel felaketinde sadece bir ev ayakta kalır. O da yaşlı yolcunun misafir kaldığı köyün yanındaki tepede bulunan çobanın evidir. Suların üzerinde bir adacık şeklinde durmaktadır. Çoban yaşlı adam ile sohbetlerini düşününce içi ürpererek, “Acaba, yaşlı yolcu hep anlatılan Hızır Aleyhisselam mıydı?” diye içinden geçirir. Yine içinden, derinlerden gelen bir ses, “Gelen Hızır Aleyhisselam idi. Sen de imtihanı geçtin evlât!” diye haykırır. O günden sonra gölün adı “Abdulharap Gölü” olarak kalır. Uzun yıllar adacıkta her türlü meyve ağacı yetişir. Ağaçların meyvesini yiyenler tadına doyamaz.