Günyüzü ile ilk bakıştığında gözleri kamaştı. Dere yatağında usul usul yola giderken yürümeyi öğrendi. Cıvıl cıvıl köpürerek akıyor, neşeyle oynaşıyordu. Her darlığın bir ferahlığı olur. Karabük’ü geçince darlıktan kurtuldu. Rahatlayınca düzlüğe yayıldı. Duruldu. Dinlendi. Onu rahatlatan düzlüğü, o da karşılıksız bırakmadı. Her yanını yemyeşil bezedi. Güzellikler saçtı. Yeni tohumlar, yeni evlatlar verdi ovaya. Kaynarca düzlüğünü geçince önüne Karacehennem Boğazı çıktı. İnişli yokuşlu dar boğazda delirdi körpe su. Ne edeceğini bilemedi. Yürüyeceğine koşuyor, akacakken havalara sıçrıyor; sanki terliyor, köpük içinde kalıyordu. Onu görenler delirmiş bu, sağı solu yıkacak diye düşünüyordu. Çevreye zarar vereceğine, “doğma, doğma,” dediler. Sonra söylene söylene “Tohma” oldu. Akarak gidip başka suya dökülemeyen su çoğalamamış kendi nesli yok olmuş, bahtı kara garip bir sudur. Tohma’ya doğma deseler de doğmuş, çılgın bir delikanlı olup çıkmış. Âdem’den bu yana babadan oğullar doğar, bir babadan birçok evlat olur ama su öyle mi ya? Pınarlar, gözeler, dereler, nehirler bir araya gelir, babalar doğar. Durmadan, usanmadan, koşarcasına Darende’ye, zaviyeye kavuşmak istiyordu. Toprakları yardı. Kayaları oydu. Bazı zaman hırslandı. Bazen homurdandı. Gece demeden gündüz demeden yorulma nedir bilmeden yürüdü. Kayalardan atladı. Çakıllar bir yerine batmasın diye zıpladı. Omuzlayıp dağları öteledi. Kayaları oyup yol yolak açtı. Bir an önce Somuncu Baba’nın dizinin dibine varıp onun hayır duasını almak istiyordu. Başını taştan taşa vursa da kafası gözü yarılsa da bu yoldan dönmedi Tohma. Çıktı er meydanına dağları yıktı. Kırılmaz, delinmez denilen kayaları Ferhat misali delip geçti. Çağlayarak kendini yardan aşağı bıraktı. Ak ak köpük oldu. Hiçbir kiri pası kabul etmeden berrak, bembeyaz buluttan yeni akmışçasına Somuncu Baba’nın kapısına vardı. Etraftakiler, ne hediye getirdin bu Hak kapısına demeden suladı otu, ağacı, kurdu, kuşu, börtü böceği. Suya kandırdı hepsini.

Doyurdu cümle âlemi. Besmele çekip girdi dergâhtan içeri. Olmadan Yunusleyin, himmet diledi Somuncu Baba’dan. Huşu içinde ibadetini yaptı. Sessiz sakin dua eyledi kendisine, cümle âleme. “Allah’ım benim fıtratımdan sel olup yakıp yıkmayı al! Yeryüzüne bolluk bereket dağıtma gücünü ver bana. İnsanoğluna, bitkiye, böceğe, kurda, tilkiye, uçana sürünene benden su içmeyi nasip eyle,” diye yalvardı. Zaviyeden daha yeni çıkmıştı ki himmetin işaretini gördü Tohma. Ortasından fışkırdı kudret suyu. Oldu “Kudret Gölü”. Şifa dağıttı gelene gidene; Dergâha, Tohma’ya selam verene. Buz gibi suyun içinde kaynayan sımsıcak su, mucize değil de neydi?

Ulaştı Tohma, Akçadağ düzüne, Yazıhan düzüne. Yüzünü dönüp Malatya’ya, ılgıt ılgıt bağrına vuran seher yelini önüne katıp koştu. Beydağı’nın eteklerinde görününce Malatya Ovası, Fırat’ı aradı gözleri. Tohma himmet olarak aldığı bereketi ovaya bıraktı. Ağaçlar büyümedi, fışkırdı. Dallarda çiçekler açtı. Meyveler bir daha tatlandı. İrildi. Sulandı. Orta Asya’dan, Hoca Ahmet Yesevî ocağından bir erenin heybesinde getirdiği çekirdekler toprakla buluştu. Tohma aldığı himmetle suladı. Böylece Malatya Ovası’nı Cennet Meyvesi Altın Kayısı süsledi. Âlemdeki bütün renkler en güzel hâliyle kendini gösterdi. Hasret gidermek için kucaklaşan Tohma ve Fırat buluşmanın hazzıyla yollarına aşk ile devam ettiler. Kömürhan’a varmadan İzollu düzlüğünde sohbete dalıp tembelleştiler. Sanki akmıyor, yatıyorlar. Ne Fırat uyur ne de Tohma. Onlara uyku yok.

Ancak uyuklayabilirler. Durmaz, sakinleşir duraklayabilirler. Kıbleye doğru kol kola akar gider Tohma ile Fırat. Somuncu Baba’dan almış dersini. Fırat’a karışıp Kerbela topraklarına yüz sürmeye gidiyor Tohma. Ehli kâmil, edepli, terbiyeli, erbainden çıkmış derviş misali yürüyor. Her adım atışta daha da olgunlaşarak şehitleri rahatsız etmeden varmaya çalışıyor menzile.

Baba Fırat ile kol kola. Kerbela’da susuzluktan dudakları çatlamış şehitlere su ulaştırma mutluluğuyla yere basmıyor, uçuyor. Tohma’dan yalnız su değil, tarih de akar. Tohma’nın tarihi, yatağında akan sudan daha büyüktür. Dünya döner. Günler, aylar, yıllar geçer. Mevsimler değişir. Zaman sürekli hızlanarak akar, eskir. İnsanoğlu eskiyen zamana bakar durur. Tohma zamanla yarışır. O da yatağında hızlanır. Bazen çağıldayarak koşar. Bazen hoplayıp zıplayarak yükseklerden atlar. Zaman mı hızlı, Tohma mı hızlı anlayamayız. Zaman mı yaşlanır, Tohma mı bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey var o da Tohma’nın her yıl nevruzda gençleştiği.