İnanmak, Allah’ın bize verdiği güçlü bir duygusal deryadır. İnancı bize veren Evren’in sahibi, öncelikle kendisine inanmamızı ve o’ndan istememizi söylüyor…

Mevlana, bu konuda şu sözleri söylemekte:

“Rızkı şundan bundan değil, O’ndan ara…”

Yalnız ve çaresiz kaldığın zamanlarda imdat feryatlarının ulaştığı tek yer Allah’ın katı değil midir? O, senin o’na dua etmeni ve “buyur ey kulum!” demeye her daim kazırdır.

İnancımız güçlüyse, Evren’deki madde ve madde ötesi varlıklar, güçler size yardım edecektir. Bütün boyutlardaki güçler, istediğiniz için seferber olacaklardır.

Büyük bir inançla edilen dua ve hareket sonucu, Allah’ın sunduğu hediyeler, şans ve başarı dediğimiz şeylerdir.

Büyük başarılar elde etmiş kişilerin, başarısızlıklardan farkı dua ve inançları arasındaki farktır. İnsan, ne inanıyorsa, hayatı da o inanca göre şekillenecektir.

Dua; ızdırapların, maddi ve manevi dertlerin şifa membaıdır. Dua, ümit ve huzur kaynağıdır, yaşama aşkını dirilten bir rahmettir.

Kişi; duasının hemen kabul olmasını da beklememelidir. Zira dua ettiğinde Allah ya ona istediği şeyi verir yahut onun yerine derecesini yükseltir, ya da başına gelecek aynı derecede ki bir musibeti önler. Unutmayalım ki; isterken hayırlısını, güzelini, her iki dünyamız için güzel olanı isteyeceğiz…

Evet, Dua; inanma, dayanma ve isteme ihtiyacı içerisinde bulunan insanı, rahmetli sınırsız, mutlak kudret sahibi olan Allah’a bağlayan, manevi bir bağdır. Kendi durumunu düşünen her insan Allah’a mutlaka ihtiyaç duyar, O’na dua ve niyazda bulunur.

Evren’in sahibi, bize o isteklerimizi ya verecek ya da daha uygun bir zamana erteleyecektir. Ancak istediklerimizi elde edince şükretmeyi biliceğiz. “Şükür nimeti arttırır.” Mesajını unutmayacağız.

İnsanlar sıkıştıkların da, korktuklarında, hastalandıklarında Yaratıcıdan isterler ve dua ederler. İstekler yerini bulunca niçin istediklerimizi veren GÜÇ’Ü unutuyoruz? Bu haksızlık değil mi? Nankörlük değil mi?

Zaten bizi yaratan, bizi bizden daha iyi bildiği için şöyle buyuruyor:

“Biz insana nimet verdiğimizde şükürden yüz çevirir. Ancak kendisine sıkıntı dokununca, bir de bakarsın uzun uzun yalvarıp durur.” (Fussilet;51)

Bazen bir şeyi çok istersin; Öylesine istersin ki, bu uğurda çalmadık kapı bırakmamaya yeltenirsin. Bilir misin ki, sen bir şeyi çok istediğinde, bunu sana vermek isteyen Allah, o istemeyi de sana verendir. Çaldığın tüm kapıları sana vesile eden yine O’dur. Sen O’na dayanırsan, inanırsan eğer, açılmadık kapı kalır mı hiç? Umudunu yitirme derler ya! Bu umudu da sen Allah’tan iste!

Sen onun bunun adaletine değil, Allah’ın adaletine sığın. Dünyevi adaletleri de vesile olarak kullan ama insanlara bel bağlama.

Amcadan, dayıdan isteme. Gerçek istek kapısına yönel. Zira o Kapıdan senin niyazların geri çevrilmez, ümit bağlanacak tek kapı O’dur. O dayandığın kapı, en hakiki kapıdır. Buradan boş dönmezsin, unutma!

Kısaca, Yaratıcımızdan isteyelim. Takdir O’nundur. Ancak istediklerimiz sadece bu üç günlük dünya için ve sadece kendimiz için değil, ahret hayatı için, ailemiz, yakınlarımız, dostlarımız, vatanımız, milletimiz ve tüm insanlık için olmalıdır.