Ne zor zanaat imiş kadın olmak. Özellikle de cahiliye dönemi zihniyetini hâlâ sürdüren toplumlarda. Doğduğun günü bırak, ana rahmine düştüğün andan itibaren yağacak kara bir bulutsundur eril hâkimiyetin üstüne. Doğmuşsundur artık bozkır topraklarda, ataerkil düzen eril soy ister. Varlığın bir suçtur, hatalısındır, kusurlusundur, günahkârsındır. Çünkü “kadın” olarak doğmuşsundur. Bu da bütün yaftaları yemen için haklı bir sebeptir(!)

Kadının coğrafyası yok! Dünyanın her yerinde, en ücra köşesinde bile kadın; her zaman ezilen, hep ağlatılan ve yok edilmek istenen… Ama illa da bir coğrafyaya hapsedeceksek kadının acısını, işte Orta Doğu… Sanki bütün kadınlar adına Orta Doğu kadını çekiyor zulmü, merhametsizliği. Sanki hepimizin özgürlük kefaretini onlar ödüyor. Her kadın koca bir dünyadır. O dünyanın da yarısı anne, yarısı çocuktur. Şu da bir gerçektir ki kadın hiçbir zaman erkeğe eş değer değildir. Çünkü bir kadın, kendini evrenin merkezi sanan eril varlığı da doğurabiliyor. Dünyaya bir kadının sancıları arasında gözünü açıyorsan, varlığın bir kadının çığlıklarıyla vuku buluyorsa tabi ki kadın hiçbir zaman erkekle eş değer değildir. Allah kadını kıymetli bir emanet olarak var etmişken, kadın olmanın tüm kuralları erkekler tarafından koyulmuş ve koyulmaya da devam etmektedir. Kendini “Kadın Evreni”nin yaratıcısı olarak gören bazı gerici zihniyetler ve toplumlar bir çatışmanın fitilini ateşlemekte.

Susacaksın, duymayacaksın, görmeyeceksin… Ancak o zaman aldığın nefesin hakkını verirsin. İslam kadını özgür kılmıştır. Onu köleleştirenler kendi enaniyetlerinin ipine düğümlenmiş, kendini nefsine itaat kılmış cahiliye döneminin bağnaz zihniyetleridir, gerici tabularıdır. Ancak hiçbir tabu da yıkılmaz değildir.