İnsan konuşmak ister; dinleyen bir çift kulak, anlayan bir dimağ, hisseden bir kalp ister.
Yargılamayan dil, imâ etmeyen bakışlar, susturmayan el ister.
İster ancak vaktinde gelince… Şarkılara, türkülere sığınmadan önce.
Şimdi herkes münzevi, salt kendi kuyusundan su çeken zincirleri paslı bir makara.
İleti var, iletişim yok… Bakmak var, görmek yok… Duymak var, hissetmek yok…
Suyu çekilmiş toprak gibi yürekler, kendi kuraklığıyla ufalanıp durur.
Değerler yitik, tevazu firari, kelamlar yarım ağız. Donuk ve metalaşmış sohbetler.
Cümleler kısa , nokta bir an önce yerinde durmak için geri sayıyor sözcüklerle. İki kelam fazla etmek günah sayılıyor zannımca.
Oysa dengini bulan muhabbet virgül ister, üç nokta gibi uzayıp akmak ister. Kelimeler noktadan ırak olmak ister.
21. asır…
Her şeyden en zengini, muhabbetten fakiri…
Sahnedeyiz… Hem oynayan hem izleyeniz. Bir tuş kadar yakın iken imkânlar, bir o kadar uzak artık gönülden sesler, kucaklamalar…
Sığındık şarkılara, türkülere, ezgilere… Bir balabanın yanık büyüsüne… Çünkü ilaç değil artık insan insana.
Derin yara oluvermiş, ağu oluvermiş, çokça bela…
Ürkek oldu insanlık selamlaşmaya, bir merhabaya, sadaka niyetine tebessüme, çokça sarılmaya.
Yollar artık kuytulardan seçiliyor, tenhalık insana huzur veriyor, kaçıyor insan insandan dörtnala.
Köprüler geri dönülmezmiş gibi yıkılıyor, tahammül kuru nehirden taşan damla şimdi.
Şehirler de lâl olmuş. Ancak ışıklarla anlatıyor derdini bir gece vakti.
Mutsuzluğu, hırsını götürüyor her yere insanoğlu, kurutuyor kibriyle dokunduğu her dalı.
Mutlu değilse çehresi olmasın ister kimse de kendinden gayrı.
Dokunmuyorsa muhabbetten bir ok kendi hayatına teğet, “mış” gibidir dinlemesi, dili, bedeni ve varlığı.
Yineliyorum…
İleti var, iletişim yok. Herkes mikrofonda kendi şarkısının provasında.
Notalar onun için dans etsin, orkestra onun için birleşsin, bütün salon kendini dinlesin, alkış tutsun, yüceltsin…
Hep ama hep onun şarkısı çalsın.
Oysa nice güzel türkülerle, anılarla yapılacak düetler vardır…