Geleneğe uydular, Veysi'nin saçlarını yedi yaşına kadar kesmediler ve her yıl Kurban bayramında ziyarete giderek kurbanlarını kestiler..

Bundan böyle bütün dikkatleri Veysi’nin üzerinde idi, onu okutmak, okuturken yalnız dünyasını değil, öte alemdeki ebedi mutluluğunu da sağlamak için "din"ini de öğretmek için gayret gösteriyorlardı..

Keyiflerine ve mutluluklarına diyecek yoktu, zaman böylece akıp gidiyordu, mevsim yine bahardı, bütün Diyarbekir tatil günü olması dolayısıyla pikniğe çıkmışlardı.

Ahmet, Gülşen ve Veysi üçlüsü de bu güzel pazar gününü değerlendirmek, kırlara açılmak, menekşeleri, nergisleri toplayıp Diyarbekir’in meşhur "Muhammedi güllerini" koklamak istiyorlardı, şimdiye kadar gitmedikleri bir piknik yerine gitmeyi kararlaştırdılar.

Sahabe-i Kiram'dan olduğu söylenen "Seyfü'l Mülük"e gittiler..

Bazı gençler Dicle nehrine girmek, yüzmek için hazırlanırken henüz on üç-on dört yaşlarında olan Veysi de:

- Bende nehire girmek yüzmek istiyorum, deyince, hem Gülşen hem de Ahmet karşı çıkmışlar:

- Oğlum su burada coşkun akıyor, hem de çok derindir, bizi dinlersen girmezsin, demişlerdi ama içlerinden de : "Gençtir, arzu ediyor, fazla karşı çıkmayalım" diye de düşünüyorlardı.

Veysi ana-babasının endişesini haklı bulmuştu, kendilerine:

- Fazla ilerilere gitmem, kenarda biraz yüzer çıkarım, demişti.

Meğerse o kenar denilen yer nehrin en derin yerlerinden biri imiş, Veysi girdiği bu nehirden bir daha çıkamamıştı.

Gülşen ve Ahmet çiftinin gözyaşları Dicle nehrini sanki biraz daha kabartmıştı, Veysi'nin geleceği için kurulan hayallerin tamamı bu nehrin sularına kapılıp gitmişti.

Her ikisinin de ızdırabı dayanılmaz olmuştu, ne yediklerinden, ne içtiklerinden bir şey anlamıyorlardı.

Gülşen Hanım bu olayın sırrını çözmek istiyor, böylece derin düşüncelere dalıyordu.

Bir gün kocası Ahmet'i teselli etmek, böylece kendisi de teselli bulmak için şöyle dedi:

- On beş yıldan sonra Allah bize bir evlat verdi ve onunla dünya mutluluğunu tattırdı, şimdi emanetini geri aldı ve bize şöyle demek istedi Rabbimiz, "siz dünya mutluluğunu tattınız, henüz rüşdüne ermemiş, günah nedir bilmeyen oğlunuzu aldım ki yarın onun vesilesiyle cennetime giresiniz, ebedi mutluluğu da tatmış olasınız" bu sözler Ahmet'i daldığı derin üzüntüden uyandırmış, yüz hatlarında tebessüm belirmiş ve:

- Doğru söylersin hanım, geçen gün camide hoca va'zederken: 'Müslümanların çocukları vefat ettiğinde Hazret-i Allah o çocuğun cennetine konulmasını emreder, çünkü günahsızdır, masumdur, fakat çocuk cennete girmek istemez, melekler kendisine: 'niçin girmiyorsun?' diye sorduklarında o 'Annem, babam olmadan ben cennete girmem' diyecektir, bunun üzerine melekler: 'Ya Rabbi, sana malum bu çocuk cennete girmek istemiyor, ana-babasını istiyor deyince kullarını çok seven rahmeti geniş Rabbimiz:

'O'nun ana-babasını da cennetime koyunuz' diye emreder" dedi, sen doğru söylersin hanım, doğru söylersin, inşaallah biz "Veysi"miz vesilesiyle bu dünya sınavını kazanmış olacağız, hem sonra dünya herkes için bir sınav yeri değil midir?"

Gülşen Hanım:

- Bir yüce zatı ziyarete gittik, çocuk sahibi olduk, yine bir yüce zatı ziyaret ettik, çocuğumuzu kaybettik, demek ki murad-ı ilahi böyle imiş, sabredeceğiz ki esas muradımıza, Veysi'mize kavuşalım!..