“Ben küçemi özledim” kitabımızı oluştururken, bu söyleşiyi izleyen diğer söyleşilerimiz okunduğunda görülecektir ki bütün konuların ana "tem"ası "Diyarbekir'in sur içi"dir, çünkü bize göre bu şehrinde her "sengine bir acem mülkü feda" edilebilir.
Ayasofya kadar, hatta ondan daha eski bir tarihe ve manevi değere sahip "Ulu Camii" sur içindedir, son zamanlarda Anadolu'da "sahabe harita"sını çıkaranlar gördüler ki hiçbir şehirde "yirmi yedi tane Sahabe-i Kiram'ın (r.a.) mübarek makberi bir arada bulunmamaktadır"
Denilir ki; "Mimar Sinan" daha İstanbul'da ün'lenmemişken ilk eserlerini Diyarbekir'de inşa etmiştir ki bunların başında gelir "Behram Paşa, Ali Paşa, İskender Paşa, Bıyıklı Mehmet Paşa (Kurşunlu Cami) ve Melek Ahmet Paşa" mabetleri, bu saydıklarımızın tamamı olmasa bile önemli bir kısmında o büyük ustanın "çıraklık" dönemi imzasının olduğu söylenir.
Diyarbekir'in müslümanlar tarafından fethine baktığımızda görürüz ki sur içindeki "kilise"lerin tamamı İslam öncesi zamana aittir, tarih bize, Evliya Çelebi'nin tam dört bin adım olarak bildirdiği "İçkale"yi "Kanuni Sultan Süleyman"ın yaptırdığını söylese de çevresi beşbin metreyi bulan ve bazılarının "altın" olarak nitelediği bizim de altından daha değerli kabul ettiğimiz "bazalt taşı" ile örülmüş "kalkan"balığını anımsatan bilezik şeklindeki surlarının hangi zamanlarda yapıldığını o tarih bize söylemiyor da her birine bir acem mülkünün feda edilebileceği "taş'larına sorunuz" diyor, yani Diyarbekir'in mabetlerinin, surlarının ve diğer tarihi yapıların taşlarının konuşacağını bize haber veriyor.
Peki biz ne yapıyoruz, o taşlara sormaya "cesaret" edebiliyor muyuz, çünkü o taşların gerçekten "dile" geleceğinde bize kızıp azarlayacağını biliyoruz, "envanter"inde olanları "restore" eden Vakıflar idaresi ve diğer "resmi" kurumlar çok büyük manevi değere sahip olduğu halde "envanteri"inde olmayan türbe ve diğer mabetlerin onarımını üstlenmiyor, bir misal;
Diyarbakır Valiliğince 2011 yılında Yard. Doç. Dr. İrfan Yıldız'ın "editör"ü olduğu "Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi isimli" kitabın 349. sahifesinde: '"İmam Akil (Ukayl) türbesi" başlığı altında bilgi verilirken: Merkez Sur ilçesi Çarıklı beldesi Adaklı (İmam Akil) köyü'ndedir. Adaklı köyünün merkezden uzaklığı 12 km.dir. 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesinde 'Eizze-i Kiram'dan İmam Akil (Ukayl) Diyarbakır'ın garp nahiyesinde İmam Akil köyünde medfun olduğu bilgisis vardır.
İmam Akil (Ukayl b. Ebi Talip türbesini gidip ziyaret etmiş, yorgunluğumu gidermek için de kapısında bir zaman oturmuştum. MM
Bu bilgilerin yanı sıra bu türbe hakkında daha fazla bilgi sunularak türbenin mescidinin harap halde olduğu ve yeniden inşa edildiği" belirtilen belgelerle de sabittir ki Hz. Ali'nin (k.v.) kardeşi "Ukayl b. Ebi Talib"in kabri Diyarbekir'dedir, halk bu türbede medfun bulunan zat için "İmam Akil" diyor tıpkı Hazret-i Ali'ye "İmam Ali" dediği gibi.
Diyarbekir halkıın bir zamanlar iyileşsin diye "akıl" hastalarını götürdüğü bu türbe öylece "Adaklı" köyündeki kabristanın içinde bilinmezlik ve terk edilmişliğiyle durur, düşününüz lütfen Sevgili Peygambermizin (s.a.v) sevgili kızı Hazret-i Fatıma'nın (r.a.) eşi, aynı zamanda yine sevgili peygamberimizin amcasının oğlu olup hayatta iken cennetle müjdelenmiş on kutlu insandan biri olan "şanı yüce" Hz. Ali (k.v.)in kardeşi "Ukayl b. Ebi Talib"in makberi bir başka şehirde olmuş olsa idi böyle mi olurdu, yoksa bütün ülke bu manevi dinamikten haberdar mı olur, fevç fevç insanlar onun ziyaretine mi gelirdi? Cevabını siz verin lütfen!..