Kuşların cıvıltısı, bu yaz şarkısı,
Kendini alıp giden bir rüzgâr gibi şimdi sesim.
Günümüzde insanın kendine giderek yabancılaşıyor olması, onu; içinde yaşadığı dünyaya da yabancılaştırıyor. Özünü terk eden bir varlık hâline geliyor. “Hız” ve “haz” ikilisinin yönettiği bu çağ böyle flu bir paradigma ile daha anlaşılmaz ve anlamlandırılmaz hâle geliyor. Doğayı salt bir “çevre” kavramına indirgeyip kendimizi merkeze koymayı sürdürüyoruz. Kendimi merkeze koyarken, bunu içinde yaşadığı dünyadan soyutlayarak yapıyor olmamız bir vurdumduymazlık da oluşturuyor ve yabancılaşmayı besliyor.
Dünya Çevre Günü dolayısıyla önüne gelen ahkâm kesiyor, tespitlerde bulunuyor. Ancak kendine sorumluluk yükleyenlerin sayısı hayli az. Örneğin insan, gezegeni en çok sabote eden, tahrip eden bir numaralı fail durumunda. Örneğin doğa ile ilişkimize bakıldığında, hâlâ yeterli dersi almışa benzemiyoruz. ABD başta olmak üzere birçok ülke, sanayi üretimini doğaya daha dost teknolojilerle yapma niyetinde değil. Daha önce yapılmış antlaşmalardan ve imzalanan sözleşmelerden de çekilmekte bir mahsur görmüyorlar. Üstelik dünyaya bunu duyururken, büyük bir çarpıtmayla manipülasyona devam ediyorlar. Gezegende sıcaklığın artması, plastik atıkların gezegenin en bakir alanlarına kadar yayılmış olması, içme sularının kirletiliyor olması, ormanlık alanların azalması, insanın duyarsızlaştığını anlatıyor.
Doğanın kendini yenileme ve onarma yeterliliği var. Pandemi döneminde bunları gördük; sanayi attıkları ve atmosfere salınan gazlar azalınca, masmavi bir gök, daha yeşil bir çevre, daha berrak bir deniz ile karşılaştık. Bu çağda gezegeni dinlendirebilecek tedbirler almalıyız. Öyle ki doğaya verdiğimiz her türlü zarar hayatımızı zorlaştıracaktır. Göz göre göre yeterli duyarlılığı geliştiremememiz, giderek geri dönülmesi zor bir sürece de sürüklüyor bizleri.
Okullarda doğanın korunmasına yönelik olarak daha iyi çalışmalar yapılmaktadır. Yeni kuşağın bu konuda duyarlılığı artmakla birlikte, makro planda çalışmalar yapılmalıdır. Doğayı zehirleyen gazlar, plastik gibi karbon atıklar konusunda daha bilinçli hareket edilmelidir. Doğanın korunması üzerimizdeki en büyük sorumluluktur. İçme sularının kirletilmemesi, nehirlerin, akarsuların doğal yapılarının korunması elzemdir. Özellikle ormanlar, doğal bitki örtüleri ve ağaç çeşitliliğinin dikkate alınması gerekir. Şehir yaşamımız mutlaka değişmelidir. Hayat tarzımız doğayla uyumlu hâle getirilmelidir.
Doğal hayatın korunması, hepimizin görevidir. İçinde yaşadığımız dünya basit bir “çevre” kavramı ile geçiştirilemez. Hayat, gezegenin korunmasını ve varlığını sürdürmesine bağlıdır. Çünkü bir “çevre felaketi” insanlığın ve doğal hayatın da felaketi olacaktır. Şehirlerimizi, okullarımızı, bir bütün olarak habitatlarımızı zaman kaybeden yeniden düzenlemeliyiz. Beton yığınlarına göz diken insan, giderek daha çok körelecektir. Bu nedenle soluk alan şehirler, yatay mimari, çoğaltılmış yeşil alanlar ve bu konuda bilinçlenmiş insan bu kötü gidişi değiştirebilir.
Yaprak yeşili, gök ve deniz mavisi ve çocukların gözleri… bunları birbirinden ayıramazsınız!
Gelecek, yeni bir inivasyon, doğaya uyumlu ve barışık bir teknoloji ile daha iyi olabilir. “Açgözlülük” üzerine kurulu tüketim kültürünün ne denli bir tehlike oluşturduğunun da altını çizmiş olalım.