Futbol... Kimilerine göre basit bir oyun, kimilerine göre ise hayatın ta kendisi. Topun peşinde koşan 22 adamın mücadelesi, aslında hepimizin kendi hayat mücadelemizden bir parça taşır. Bazen kazandıkça sevindiğimiz, bazen de kaybettikçe ders aldığımız o sahada, hepimizin payına düşen bir şeyler var.
Geçen hafta mahalle maçında gördüğüm bir olay, futbola olan bakışımı bir kez daha derinden etkiledi. Yaşları 10 ila 12 arasında değişen çocuklar, büyük bir heyecanla top oynuyorlardı. Bir ara takım arkadaşını hatalı bir pas için eleştiren çocuk, diğerinin gözlerindeki hüznü fark edince, ona sarıldı ve “Boşver, birlikteyiz ya, gerisi önemli değil” dedi. O an içimden dedim ki, işte futbolun gerçek ruhu bu!
Profesyonel liglerde milyon dolarlık transferler, devasa stadyumlar, bitmeyen rekabetler... Ama işin özünde, o küçücük sahada yaşanan samimiyet, dayanışma ve dostluk var. Futbolun en güzel yanı, her seviyede, her yaştan insana hitap edebilmesi ve hepimize, hatta en önemlisi genç nesillere öğretecek bir şeyleri olması.
Futbolun sadece bir spor olmadığını, birleştirici gücünü, paylaştıkça çoğalan sevgisini, hep birlikte gördükçe anlıyoruz. Maç sonu galibiyetin ya da mağlubiyetin ötesinde, hepimizin yüreğinde taşıdığı bir şampiyonluk var: Gönüllerin şampiyonu olmak.
İşte o mahalle maçında, bir çocuk bana bunu hatırlattı. Futbolun asıl galibiyeti, sahada ya da skor tahtasında değil, gönüllerde kazanılıyor.