İçine kapanık, derdini kimseye anlatamayan, insanların niçin öyle davrandıklarını hiç merak edip kendinize sordunuz mu? Bu insanlar en yakınınız olabilir mesela… Kendi evladınız, anne babanız, kardeşiniz arkadaşınız olabilir. Vb. Evet; Sevgili okurlarım… Bu konu ile ilgili birkaç neden yazmak istiyorum. İnsanlar, neden içine neden kapanık, neden derdini anlatmak istemezler çünkü bir süre sonra derdinin kendinden başka kimsenin umurunda olmadığını öğrenmiştir. Böylece sorunlarını dışa vurmak yerine kendi içinde halleder. Çünkü sahte tesellilere, yapmacık insanlara tahammülü yoktur. O, güçlü bir insandır. Kendisinden başkasının derdine derman olmayacağını çok iyi bilir. Bu yüzden belirli bir süre sonra kendi dert ortağını yaratır. Çünkü dertlerini anlattığında sevdiklerinin bile çekip gideceğini tecrübe etmiştir. “Kim dertli insanla birlikte olmak ister ki?” fikrine kapılır çoğu zaman.

Çünkü bazen kendi kendine konuşmak bir insanla konuşmaktan daha iyidir fikri hâkimdir beyninde. Ve derdini anlatacağı insanın kendisinden zeki olmasını ister. Anlattığı kişinin konuşma sonunda kahramanı olmasını ister. Çünkü kimseye artık güvenmiyordur. Ve karşısındakinin dertli olmasından mutlu olabilecek insanların olduğu bilir. O rasyonel insandır. “Dertler, acılar paylaşarak azalır.” Gibi saçama sapan şeylere itimat etmez. Bazen, diğer insanların nasıl delirmediklerini, meseleleri nasıl çözdüklerini merak ederlere. Çünkü derdini ne kadar çok anlatırsa, o çok kadar güçsüzleşeceğini bilir. O her daim güçlüdür. Çevresinden, sevdiklerinden hiç kimse ona gerçekten “nasılsın?” diye sormuyordur… Belki de anlattıklar karşısında derdini ortak fikir bulamadığından korkar.

Bir de üzerime “aman boş ver be” denileceğini hesaplar. Bazen ise “dünya başıma yıkıldı, çok acı çekiyorum” insandan farklıdır. Kendini yerde yere atıp, şekilden şekle girmiyordur. Bir süre sonra sevilen biri olur. Çünkü o gerçekten farklıdır. Özgürlüğü kaybetmek istemiyordur. Çünkü sırlarını paylaşanlar asla özgür olmaz. Kısaca, kilit vuruldu dudularından biriktirdikleri içine ağlayandır. Çünkü, Oğuz Atay’ın “belki de anlatmaya çalıştım birilerine, kim bilir belki de anlatamadın. Belki de insanın yüzene bakar bakmaz, anlatmanın yararsızlığını gördün.” Dizesini ezbere bilir… Kısaca; en iyisi yapan bir insandır o… Başkasına anlatıp derdini açığa vurduğunda oradan da vurulacağını bilir. Peki insanlar neden bu kadar yorgun? Yıllar neden bu kadar yorgun? Çünkü dünyayı ve tüm doğayı hatta bütün maneviyatı her şeyi biz yorduk.

Nasıl mı? Düşünerek çözelim bu soruları... Öncelikle Mevlana’nın şu sözüne kulak verelim: “Sanma ki dert sadece sende var, sende ki derdi nimet sayanlarda var...” Yolda yürürken, bazen misafirlikte, çay ortamında bazen bir durakta beklerken, insanların konuşmalarını duyuyoruz. Dertleşmiyor kimse, dertlerde yarışıyor, benim derdim senin derdinin yanında hiç kalıyor yarışına giriyor. Derdin ne kadar büyükse o kadar daha çok hayran kalsınlar, her şeye rağmen ayaklarınızın üzerinde dimdik durabildiğine şaşırsınlar, istiyor insan. Dert küpü yavaş yavaş kendini kibre bırakıyor. Kimsek kimseyi dinlemiyor. Biz önce muhabbeti kaybettik. Onu kaybettikten sonrada insanlar sadece konuşmaya başladı, kimse dertleşmedi. Kısaca birini derdini omuzlayamadık ver toprak çekti onu. Çünkü havada öylece kaldı, dert toprağa yavaş yavaş düştü. İnsanlar, artı dağların taşların taşımadığı yükü kendide taşımak istemdi ve onu toprağa attı.