Kentimizde gündelik meseleler o kadar yoğun ki, geleceğimize gözlerimiz hep kapalı. Bunlar üzerinde ne kafa yoran medya, ne sivil toplum kuruluşları ne de siyasi yapılarımız var. Hal böyle olunca “Sporumuzun vizyonu var mı?” sorusu hep aklıma gelip duruyor. Spordan anlamam ama sporumuzun tartışmalarına bakıyorum; haftalık maçların kazanımlarına kilitlenmiş. Sporun gelecek on yıllarına, ne alt yapı, ne fiziki ne de insani yönünden ne olmalı, neler yapılmalı diye yoğun bir tartışmada göremiyorum. Ya taraftarlar diye bize sunulan hemşerilerimize ne demeli (?) bilemiyorum. Gelecekte nasıl bir taraftar kimliği ortaya konmalı diye kimse bir kaygı da taşımıyor. Hele bir kent kültürünün gelişmesinde, taraftar diye iddia edilen ve korunan gelecekte de taraftar olacak hemşerilerimizin davranışlarının nereye yöneleceğine ve yönelmesine ilişkin bir beyin fırtınası yapmaya dahi şansımız yok mu? Sporun gündemimizdeki yeri varsa yoksa sporcunun kişisel başarısı ve ona göre odaklanmış transferler. Buna göre ayrılan trilyonlarca kaynaklar... Ya da tekil olarak sporcu nerede oynamalı ve bireysel başarısının hazzını yaşama sevincini tek golle görebilmek. Başarı ve başarısızlıkların tek maç üzerine indirgenerek, sporculara ve yöneticilerine gelen yuh ya da alkış sesleri. O kadar hazin ki; bir hafta önce alkış alanlar, bir sonraki haftada yuhalanabiliyor. Bir hafta önce göklere çıkarılanlar, bir sonraki hafta ağza alınmayacak sözlerle gadre uğrayabiliyorlar. Sonuç olarak binlerce yoksul hemşerilerimizin kendi izinleri olmadan, kendilerine spor yapma olanakları tanımayan ve kültürlerine en ufak katkı sunmayan, havasından ve suyundan alınan trilyonlarca kaynağın da ne işe yaradığını sormaya hiç mi hakkı olmayacak? Son zamanlarda bir eleştiriye dahi “YUH” sesleri ile yanıt veren sporun bu kültür anlayışı “kent Kültürünü’’ nereye taşıyacak? Hadi canım sende...
11 Kasım 2004 Malatya
Gerçek Gazetesi
Not: Yukarıdaki köşe yazım ‘Çerçeveye sığmayanlar’ kitabımın 1.Cildinin 234.Sayfasında yer almış… Köşe yazımın içinde söz ettiğim gibi spor anlayışı yaşamım içinde yer almadı. Ne Köşe yazılarımda ne de televizyonlardaki ve de diğer alanlarda söz etmişliğim olmuştur. Bu şu anlamada gelmesin. Malatya’mızda olup bitenleri izlemiyorum da değilim. Malatya Sporun kuruluş günlerinde lakapları saygı ile anılan, rahmetli olan olmayanlarda, Malatya kokusu ve Malatya heyecanı vardı. Bu sporu izleyen alkışları ve yürekleri ile katkı sunan hemşerilerimde, Malatya hemşerilik bilinci vardı. İsmetiye Mahallelim, kel Aziz, sınıf arkadaşım Vedat, ya da sporun hocası benden yaşça küçük olsa da arkadaşım olan ve 1976 yılında Van’da memuriyet yaptığım günler Van spor hocalığına gelen ve muhabbet ettiğimiz Özkan hocadan mı söz etsem. Spora gönül verip statları dolduran hemşerilerimi bir hareketleri, bir sözleri ile stadı ayağa kaldıran Amigo Tavşan Toy’dan mı, yoksa Amigo Yusuf’tan mı söz etsem.
Bırak Asım sen onu bunu. Otur oturduğun yerde. 83’ünden sonra ortalık zaten toz duman içerisinde. Bir de araya girip bu toz duman arasında bakmışsın boğulup gitmişsin. Bırak varsa, kalmışsa ‘ÖZ’ Malatyalıların kendileri, ya da sonradan Malatya’ya taşınan ve Malatya hemşerisi olmaya soyunanların, 1980’den başlayarak bu günlere gelinceye kadar, 1. Lige kimin etkisi, kimin gücüyle çıkmaya çalışmışlar ve kimlerden medet ummuşlar. Ya da yöneticiliğe getirdikleri mafyadan tutun da, siyaseten milletvekilliğine heveslenenlerin ve ceplerini doldurmak için geldiklerinin muhasebesini biraz da kendileri yapıp düşünsünler ki, düştükleri yerden ayğa kalkmayı öğrenip Malatya hemşerisi olsunlar. Sevgi ve selamlarımla.