Epeyi bir zaman oluyor. Kafası karışıklar diye bir yazı yazmıştım. O günden bugüne hayli bir zaman geçti. Dünyada ve ülkemizde birçok şey yerinden oynadı. Tabi kafalarda yerinden fışkırdı. Pardon zıvanadan çıktı.

Kafa karışıklığının elbette bir karmaşıklığı var. Bu tek düze bir bakış ve tek bir düze üretimin doğal sonucu.

Bu tek düze bakış neyi ifade ediyor? Yıllar önce 1940’ların ortalarında güneş tutulması olmuştu. Çocuktum. O zamanlar böyle çatılı yüksek katlı evler yoktu. Evler tek katlı çoğunlukla üzeri toprakla örtülüydü. Malatya’nın merkezinde İsmetiye Mahallemizde böyleydi. Gündüz öğle sularıydı. Hava birden yavaş yavaş kararmaya başlamıştı ki bir gürültü koptu. İki katlı evimizin genişçe bir balkonuna ev halkıyla birlikte koşuştuk. Etrafımızdaki damların üzerinde büyüklü küçüklü birçok insanın durduğunu ellerine geçirdikleri tencere, tava, tenekeye var güçleriyle vurduklarını, uzaktan gelen davul ve silah seslerini ve çıkarılan çığlıkları hala kulaklarımda hissediyorum. Güneşi tutan ve ışığı sarmalayan güçleri kaçırtacakları inancıyla saatlerce olan güçleriyle gürültü kopartıyorlardı. Saatler geçtikten sonra karanlık yavaş yavaş açılıyor ve güneş parlak ışınlarını üzerimize salarak kararmış evlerimizi, yollarımızı ve yüzümüzü aydınlatıyordu. O zaman mahallemiz, halkımız ve biz, güneşin aydınlığını perdeleyen ‘’gizemli güçler’’ olduğuna inanıyorduk.

O yıllarda yurttaşlarımızın yüzde 80’i köylerde, geri kalanı da şehirlerde yaşıyordu. Köylerde yaşayanların büyük bir bölümü geçimini tarımdan elde ediyorlardı. Henüz tarlaya traktör girmemiş, tarlalar öküz eşliğinde sabanla sürülüyordu. Geçim tek düze, üretim de tek düze idi. Kafalarda karmakarışık değil ‘’tek düze’’ idi. Yağmur yağmayınca ekinler olmuyor ve o yıl köylü yoksulluk çekiyordu. Ne sulama ne barajlar gündemde idi. Köylümüze sığınacak bir tek yol kalıyordu. Yağmur duasına çıkmaktı. O da yasaktı. Yine de yağmur duasının bir yolunu bulmuştu halkımız. Mezarlıklara gider ve mezarlıklar üzerinden yağmura ulaşmaya çalışırlardı.

Şehirler çok mu farklıydı? Köylüler üretimden düşünce kent halkı da yoksullaşıyordu. Zaten üründen ürüne ödeme yapılıyordu kent esnafına.

Ancak o günlerde bir şey vardı, puşu atılıp şapka giyildiğinde, şalvar potur çıkartılıp, pantolon giyildiğinde ülke aydınlanacak zannediliyordu yüksek katlarda. Çünkü büyüklerimiz çağın modernleşmesini uygarlığın ülkeye böyle geleceğini inanıyorlardı. Modernleşmenin farklılıkların bir arada var olması demek olmasına gönülleri bir türlü razı olmuyordu. İstiyorlardı ki herkes tek tip giyinsin tek tip düşünsün kendi inandıkları gibi inansın ve kendi konuştukları dili kullansın. Ama hayat ve gerçeklik bu değildi. Toplum farklı inanca farklı düşünceye, farklı dile sahipti. Bu farklılıklar korkulu rüyalarıydı. O yüzden farklılıkların üzerine korku yüklüyorlardı. Ancak, farklılıkları bağlarında taşıyan toplumun farklı olmayan gerçek bir yanları vardı ki, o da geçimlerini sağlayacak ‘’üretim araçlarına ve ürettiklerine sahip olacak olanaklara sahip değillerdi.’’

Hep çalışıyorlar ama hiç çalıştıkları gibi yaşamıyorlardı. Toprak büyük bölümüyle birilerinin, fabrika ve üretim araçları ‘devletin’ elindeydi. ‘’Ya DEVLET!‘’ Kimin elinde?Kimse bunu sorgulamıyordu. Sorgulayanlar karşılarında ‘’141-142-163.’’ gibi yasaları buluyorlardı.

Devlet kim diyenin düşüncesini açıkladığı için bir yılla, beş yıl arasında, bu yönde partileşmeye gittiği için, bir sınıfın diğer sınıf üzerine tahakküm kurmaya teşebbüsten beş yılla on beş yıl arasında zindanlara tıkılıyordu. Ya Nazım gibi onlarca yıl hapislerde çürütülüyor, ya da Sabahattin Ali gibi Belgrat ormanlarında yok ediliyordu.

Daha sonralarında dünya değişime uğradı. 141-142-163.yasalar ortadan kaldırıldı. Bu kez toplumun önüne ‘’301’’ ve daha bilmem ne kadar ceza yasası varsa kondu. Ağzını açan ‘’bölücü’’, düşüncesini açıklayanın ‘’vatan haini’’ sanıldı.

Bu kez de olan olaylar karşısına toplumun önüne töre gelenek berdel Şıh dedi diyenler çıktı. Hatta daha ileri gidilerek vahşeti yapanlar bu cinayetleri işleyen insanları geri almış diye de, ‘ırkçı’ düşünceyi ileriye sürenler dahi ortaya çıktı. Toplumun kafası karışırken tamamen kafası ‘‘karmakarışık’’ bir toplum yapısı ortaya çıktı.

Oysa ‘’21.yüzyıl’’ bilimin yeniden yeniden üretildiği küresel bir dünya var karşımızda. Dünyada olup bitenler bilimin ışığında karanlıklardan aydınlığa çıkıyor. Güneşin tutulacağı günler haftalar değil, yıllar öncesinde haber verilen bir aşamaya gelindi.

Kafaların karışıklığından geldiğimiz ‘’karmakarışık’’ kafalardan kurtulmamızın yolunun, ülkemizde ‘’üretimin hangi araçlarla,’’ ne gibi ‘’sonuçlar doğurduğunu’’ ve üretilen üretimin; ‘’adil, eşit, özgür ve kardeşçe nasıl paylaşılacağının hesabını her bir vicdan sahibi olan insanlarımızın vicdanlarında ses getirmesinin yolunu ve yordamını bugünden yarına, şimdi bulmak zorundayız.’’ Yoksa ülkemizde yaşanacakları aklımın ucuna getirmek dahi istemiyorum.