Sınanmak: Hayatın bilinç, sorumluluk ve mücadele içinde somutlaşan anlamıdır…
Çeşitli sebeplere bağlı olarak dünyevileşip, çok yönlü bilinç ve inanç bozukluğuna maruz kalan insanoğlunun, yalnızca Allah’a kulluk etmeye ve dolayısıyla gerçek özgürlüğe çağrılmasında da bu hususun ehemmiyetli olduğu ve köklü bir kaygıya işaret ettiği açıktır…
Günümüz itibariyle, toplumsal hayat ve imtihan alanı, sanıldığından çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Yaşanan çeşitli sıkıntılar, dünyanın yutucu, uyutucu, kimi meşgaleleri, egemen güçleri eliyle insanların hayatını olumsuz yönde etkileyen baskı, korkutma ve yıldırmalar, eğitimsizlik ve duyarsızlık eşliğinde gelişen sapkınlıklar, anlamlılık ve erdemlilikten dünyevi-süfli eğilimler, hakikate ulaşmada, onu hayata taşımada birçok engel oluşturmakta ve insanları sürüleştirmektedir.
Bu eksende yeri gelmişken ifade edilmelidir ki, sınanmak, imtihan bilinci içerisinde hareket etmek; bir “direniş ahlakı” olarak temayüz etmektedir. Başka bir ifadeyle, insanın kendi düşünce ve kararına bağlı olarak yapıp ettikleri, ulaşılan sonuç bakımından esas alınmaktadır.
Çünkü insanoğlu hangi sosyal- kültürel ortamda olursa olsun, temel ve evrensel hakikatleri fehmedebilecek, kendisi için birincil önemi olan soruları sorup cevap arayabilecek, anlamlılık ve sorumluluk duygusuna ulaşabilecek bir mahiyette yaratılmıştır9.
Şöyle ki; Yüce Allah yaratıcısı olduğu ve “kaldıramayacağı yükü yüklemediği” insanın zaaflarını da en iyi bilendir ve vahiy insanı bu konuda da uyarmaktadır…
“Şüphesiz biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri insanlara bir süs kıldık; Onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye”.10
Zorlukların, sarp yokuşların aşılması; bu yolda gösterilecek olan ısrar ve istikrar ile birebir ilintilidir. Engelleri aşmak da, sınavımızın vesileleri olan birtakım “eksiltmelere” metanetle göğüs gerebilmek, öncelikle, Allah yolunda “adanmışlık” tercihini yapmış olmakla mümkündür.
Yaşanan ortam ne kadar olumsuzluklarla dolu olsa da yılmışla bungunluğa, tükenmişlik ve gevşekliğe duçar olmak şeytandadır ve menfi tutum Allah Teâlâ tarafından da kınanmıştır. Her şeye rağmen umudu diri tutmak, gevşeklik atalet, meskenet ve zaaflardan uzak durmak bizim inancımızın gereğidir.
Önemli olan gereğince yaşamak, güzel ve şerefli yaşamaktır. Unutulmamalıdır ki Allah’a ait olduğunu ve bir gün tekrar O’na döneceğini, O’na hesap vereceğini bilen ve bu bilinçle yaşayan insan tükenmez, yenilmez!
Ayet-i kerimede ilk olarak dile getirilen husus “korku” olmaktadır, insani bir duygu olan korku belli bir dozajın üstüne çıkınca ya da kendisinden en çok korkulan Allah olmayınca, bu durum insanoğlunu aczi yete, sömürülmeye ve şahsiyetsizliğe sürükleyebilmektedir. İnsanın bu zaafını çok iyi bilen egemen zalimler; tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de bu yolla insanları sindirmekte ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedirler.
Kısacası; Rızık korkusu, işten atılma korkusu, makam ve mevkiini kaybetme korkusu, beklentilerine ulaşamama korkusu, yıldırma, tehdit ve şantaj korkusu gibi durumlar; kimi zaman psikolojik saplantı veya” korkudan korkma” gibi boyutlara kadar varabilmektedir. Hâlbuki müminler “en çok Allah’tan korkan” insanlardır. Bu bilinç duruma uğrayıp zedelenince, izzetin yerini zillet alabilmektedir. Zira zor durumlar karşısında duraksamak, direncimizi yitirmek, ürkekliğe ve sinikliğe kapılarak yılmak, üzülüp gevşemek ya da çözülüp isyan etmek; hem kâfirlerin ekmeğine yağ sürecek hem de bireysel kulluk ve imtihanımızı zora sokacak, boşa çıkaracaktır…