Beşinci mevsimin sessizliğidir zaman…
Gecikmiş bir bahar elbette bu sessizliği bozar. Sessizlik, toplumsal bir hikâyedir aslında; çünkü doğanın ve gecikmişliğin bir sesi vardır ve gelip kapınızı çalar. Ama insan, öncelikle kapısını duymak istediklerine açar, öyle bir sesin hayalini kurmayı tercih eder. Işkın ve kenger, bu coğrafyada baharın dili ve alfabesi sayılır. Tadıyla, masallarıyla vardır onlar. Çünkü ışkın ve kenger çoğumuzun çocukluğudur, eskiye dair hikâyesidir, belki de çocukluğumuza duyduğumuz hasrettir.
Işkın bir masalcının tekerlemesidir, bir şarkının nakaratı. Kenger annelerimizin kokusudur, türkülere konu olmuştur…
Bu sözleri, düşünceleri sessiz/ sesli kendimle tartışırken, gecenin geç bir vakti bir arkadaşımla eve dönüyoruz. Akşam sohbetinden sonra yorgun ayaklarımız bizleri taşımakta isteksiz sanki. Güzel bir rüzgâr esiyor, serinden çok soğuğa yakın. Olsun, gecenin kokusu dolduruyor ciğerlerimizi. Malatya’nın bu vaktini seviyorum; ortam dingin ve rüzgârı hissedebiliyorsunuz, arada bir yıldızlara bakma şansınız da var. Tam o sırada genç bir adam, tablasının başında durmuş şarkı söylüyor yavaşça. Bizleri görünce gülümsüyor. Tablasının üstünde ışkın ve kenger var. Işkın satıcılarına rastlıyoruz ama kenger satıcılarının bu şehirdeki satıcıları bir elin parmağını geçmez.
Genç adamın adı Hikmet. 20’li yaşlarda. Hemen bir ışkını hızlıca ama küçük bir gösteriye dönüştürerek soyup ikram ediyor. Sonra bir iki cümleyle kendi hikâyesinden bahsediyor. Yüzü güleç, içten bir şekilde konuşuyor. Ondan ışkın ve kenger alıyoruz. Doğrusu bu mevsimde ilk kez kenger görüyorum. Hikmet ekliyor: “Abi, ışkın Pütürge’den, kenger Bitlis’ten!” diyor.
Işkının güzel bir tadı, aroması ve kokusu var. Çok taze ve kıtır kıtır. Geçkin olanlar odunsu oluyor, lifleri dişlerinize takılıyor, tatları da buruk, acımsı oluyor. Işkının böyle tazesini uzun zamandır yememiştim doğrusu. Bir deste ışkın alıyoruz. İki kilo kadar da kenger. Kengerin birçok faydası var, biliyorum: kramp çözücüdür, baş ağrısına özellikle migrene iyi gelir, sindirim sistemine iyi gelir… Latince adıyla “RiheumRibes” olarak bilinen ışkının da yararlarına değineyim: kolesterol düşürücü etkisi bulunmaktadır, cildi güzelleştirir, kansere karşı etkili olduğu ve bağışıklık sistemini güçlendirdiği bilgileri uzmanlarca dile getiriliyor.
Hikmet, hikmetli sözler söylemeyi de eklemeyi ihmal etmiyor. Ayrılıyoruz sonra.
Eskiden her mevsimi kendi tadında ve zamanında yaşardık. Uzun zamandır mevsimlerin kimyası değişti, ya uğramadan gelip geçiyorlar, ya da eski tatları yok. Gecikmiş olmak, birçok şeyi kaçırmanıza neden olabilir. Birçok şeyi ıskalayabilirsiniz mesela. Üstelik toplum olarak “gecikmiş olmanın mazeretlerini” sıralamakta ustayız. Acaba diyorum, doğanın da mevsimlerinin de mazeretleri bizimkilere benziyor mu? Kesin bir şey varsa, insan ve coğrafyanın bir birini etkilediğidir. Sözü İbni Haldun’a getireyim :” Coğrafya kaderdir!” artık öyle bir zamandayız ki insan, coğrafyayı kader olmaktan çıkarmış, onun da kimyasını bozmuş. O nedenle artık ışkın, kenger gibi şifalı ve güzel bitkileri bulamıyoruz. Azalıyor güzel şeyler, azalıyor doğaya ait ne varsa. Mesela yıldızlar daha uzak, rüzgâr esmiyor eskisi gibi, havayı ciğerlerimize gönül rahatlığıyla çekemiyoruz vesaire…
Gecikmiş bir baharı karşılarız belki, ama korkum belki hiç gelmeyecek bir gün. Çekip gidecek doğanın bütün renkleri, güzellikleri, kokuları. Bob Dylan, bir şarkısında : “Aslında biz ne yaptıysak kendimiz yaptık…” diyor. İnsan, kendi özünü onarmalı, gecikmişliğin sorumlusu olduğunu da bilmeli…
Çocuklarımıza ışkından ve kengerden söz ederken uzak bir coğrafyadan, eski bir zamandan söz eder gibi konuşuyoruz. Tadını kaybetmiş bir mevsim yapay geliyor; tıpkı samimiyetin kaybeden bir insanın yabancı gelmesi gibi…