Kavramların belli bir düzeni vardır. Bu kavramlar hiyerarşisi, kendi statükosunu oluşturur ve kimi kavramlar iktidardadır her zaman.
Kavramların bir sosyolojisi, psikolojisi vardır. Canlıdırlar ve birbirleri ile her zaman çok iyi anlaşamazlar. Bazen bir birlerinin alanlarına müdahale ederler. Hatta birbirlerini ikna etme girişimlerine de sıklıkla rastlarız. Ama birbirlerini inkâr etme gayretleri de bir vakadır.
George Orwell, Hayvanlar Çiftliğindeki metaforları başarıyla kullanır. Sembolik ilişkileri ve diyalektik çelişkileri sıklıkla karşımıza çıkarır. İnsanlar, kavramları “galip gelmek” için de kullanırlar. Dolayısıyla insan ihtirasları, kavramlar arasında da yaygındır. İnsanın olduğu her yerde, bir güç sembolü öne çıkarılır. Bu güç sembollerinin kendi kavramları vardır ve bunlar söz konusu kavramların iktidar nosyonunu işaret eder.
İnsanın doğası farkı şekillerde tanımlanmıştır. Doğu’da insan için olumlu kavramlar üretilmiştir ve insanın çevresine “eşrefi mahlûkat” tasavvuru yerleştirilmiştir. Batı dünyasında ise Hobbes’in belirttiği şekilde bir anlayış yaygındır: “İnsan insanın kurdudur...” Kavramlar arasındaki çatışma kültürü dikkate alındığında, onlar için de kimi yargılar üretilebilir. “Kavramlar bir birlerine üstünlük kurmaya çalışabilirler!” ve aynı savla düşünmeye devam edersek : “kavramların çıkar çatışması!” fikri bir sosyolojinin doğal sonucu gibi düşünülebilir.
chomsky’nin ifadesiyle “rızanın imalatı!” kavramsal ve zihinsel düzeyde toplumsal yapıyı oluşturan bireylerin “gönlünü kazanma!” şeklindedir. Ancak temel mesele, elde edilen “rıza”nın, topluma geri dönüş biçimidir! Yani rıza kavramının bizzat elitlerin elinde nasıl bir dönüşüme uğradığıdır. İktidar kavramı toplumsal zeminde böyle bir kavramsal değişim ve dönüşümü içermektedir. “Vaat edilen” ile “uygulanan!” arasındaki açının derecesi, son derece önem kazanmaktadır.
Doğu’nun coğrafyasında; yani Asya’da, Afrika’da insana ilişkin bunca “iyi” kavramlar kullanılırken, toplumsal alandaki sıkışmışlık, çatışmanın neden bu denli sorunlu bir düzeyde olduğu bir bilmecedir!!! Haliyle kavramlar hayatı belirlemekte, ancak kavramlar önemli oranda hayattaki karşılıklarına uyum da sağlayabilmekte; daha açık ifadeyle aşınabilmekte, yozlaşabilmekte, kendisini neredeyse inkâr edebilmektedir.
Oysa kavramsal çoğulculuk; kavramların kendi özlerini korumalarına olanak vermelidir. Yatay ilişkiler, dikey ilişkilere tercih edilmelidir. Hayatı bir piramit olarak tanımlama ve inşa etme yerine, insanların bir birleriyle daha yakın ve içten oldukları tek katlı konumlar ve düşünsel mimariler öncelenmelidir. Belki de Ahmet Ümit’in dile getirdiği gibi “Eşitlik herkese aynı davranmak değil, herkese aynı özeni göstermektir.”Kavramları eşitlemekte zorlanabilirsiniz; ancak onlara özen göstermelisiniz ve onların da bir birlerine özen gösterecek şekilde kullanmalısınız! Hepsi bu…